Thirteen

191 40 30
                                    

Aptal bir üniversite semineri değildi.

Kesinlikle planladığım gibi: Yaşlı bir profesör tarafından iş hayatında ne yapmamız gerektiğini ya da tecrübelerini dinlememiştik.

Aksine bunların hepsini, siyah kumaş pantolonunun içine sıkıştırdığı koyu lacivert gömleği, özenle yapılmış kızıl saçlarıyla birlikte Lee Minho'dan dinliyorduk.

Buraya kadar olan hiçbir şey anormal değildi tabii, o kesinlikle iş hayatında bir numara olduğundan ve dünyanın çoğu ülkesinde adı ve sözü geçtiğinden burada olmayı pek tabii hak ediyordu. Benim asıl canımı sıkan bu değildi, bana haber vermemiş olmasıda benim için bir sorun teşkil etmiyordu.

Ama, kollarını dirseklerine kadar kıvırdığı lacivert gömleğinden gözüken pürüzsüz kolları, işte bu.
Bu tam olarak beynime kan sıçramasına sebep olmuştu.
Oysaki onu ilk gördüğmde kurdum heycanla koşturmaya başlamış, her zaman ki gibi olan harika görüntüsü ise nefesimi kesmişti.

Şimdi ise ortalarda bir yerlerde oturduğum bu konferans salonunda sinirle alçalıp yükselen göğüsüm ve gerginlikten tutamadığım öfkeli fermonlarım hakimdi.

Çiçeklerini saklamıştı, sikeyim hemde öylesine iyi saklamıştıki teni gerçekten pürüzsüz görünüyordu, bunu yapmak zorunda değildi siktiğimin şehrinde hatta dünyasında ona hesap sorabilecek tek bir kişi dahi yoktu ve o bunu bile bile. Benim burada olduğumu, bu seminere  katılacağımı bile bile saklamıştı çiçeklerini. Onu biraz olsun anlamaya çalışıyordum ama nafileydi, o nerdeyse dünyayı yönetecek güçte bir adamdı -ki belki de yönetiyordu bundan çok emin değildim- ona rağmen aptal bir üniversite seminerinde kollarında ki çiçeklerini saklama gereksinimi duymuştu.

Bense onun aksine, bu gayet normal bir durum olduğundan giydiğim bisiklet yaka tişörtümle, kulağımın arkasından başlayarak boynuma doğru uzanan çiçeklerimi saklama gereksinimi duymamıştım.

Öfkeli bakışlarımın hedefi oyken aniden göz göze gelmemizle sanki olabilirmiş gibi bakışlarımı daha da sertleştirdim, birkaç saniye boyunca benden çekmediği bakışlarıyla akıcı konuşmasına ara vermeden devam ettiğinde kaşlarımı çattım sabahtan beri bana bakmamak için ekstra bir çaba sarf ettiğini düşündüğümden şaşırmıştım.

Şaşkınlığım çok uzun sürmedi yanımda ki Felix'in kulağıma eğilip fısıldamasıyla bakışlarımı ondan alıp yanımdaki arkadaşıma çevirdiğimde, anladım siyah harelerin neden üzerime dikildiğini. Aşırı gerginlikten  kontrol edemediğim fermonlarım birilerinin dikkatini çektiğinden bana dönen bakışlarıda ancak fark edebiliyordum.

"Jisung, kendine gelmen gerek çok fazla dikkat çekiyoruz"

Derin bir nefes alıp kendimi dizginlemeye çalıştığımda artık bu saçmalığa daha fazla katlanamayacağımı biliyordum. Tekrar ona döndüğümde gözleri benim üzerimde değildi karşısında ki sunucuya diktiği bakışlarıyla dikkatle onu dinliyordu. Sanki olabilirmiş gibi sinirlerim daha da bozuldu.

"Tabi bay Lee'nin iş hayatında ki başarıları asla hafife alınamaz, sonuçta siz yeryüzünde teksiniz"

Hadi ya gerçekten mi? mesela sen bunu söylemeden önce biz asla bilmiyorduk bunu.

"Teşekkür ederim" Neye teşekkür ediyordu şimdi bu? Ne gerek vardı teşekküre.

Aslına bakarsak buraya kadar dayanmam bile benim için bir mucizeyken karşısında ki sunucu adamın iyiden iyiye Minho'yu övüp yere göğe sığdıramamasıyla hiddetle olduğum yerden ayaklandım.

Ayaklanmamla  birlikte Felix'in
'yapma' dercesine olan bakışlarını görmezden geldim, yan dönerek insanlara çarpmadan geçmeye çalışıyordum.

Salvatore //Minsung Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin