Nineteen

132 29 18
                                    

Dibine kadar batmıştım.

Battığım yerden beni çıkarması için tanrıya yalvardığımda bana onu yollamıştı. Beni bataklığımdan tek hamlesiyle almış ruhumu, bedenimi kendine hapsedivermişti. Beni kurtardıktan sonrası vardı benim için ondan ötesi hiç olmamış gibiydi.

İnsanoğlu'nun en kötü özelliğidir bencillik ve en sinsi şekilde çeker sizi içine siz daha ne olduğunu anlayamadan dönüşüverirsiniz ruhunuza sinsi bir sancı misali sızar ve yerleştiği yerden bilhassa kalkmazdı.

Virginia Woolf diyordu ki:

"Egoizm, insanın başkalarının acılarına duyarsızlığının bir ifadesidir."

Şu zamana kadar nitekim yakıştırmazdım bu kelimeyi kendime, şimdi ise en çok o kelimeyi düşünür olmuştum. Sevgi bekliyordum, ilgi bekliyordum, değer görmeyi bekliyordum ama sadece bekliyordum işte hepsini ondan bekliyordum.

Sanki bunları yapmak zorundaymış gibi davranmıştım belkide, kafam allak bullaktı. Beni kurtarmıştı hayatımda hiç kullanmadığım ve o olmasa yine kullanamayacağım şeyler vaad etmişti bana. Bende öylece onun bu güzel vaad'lerini kabul etmiştim.

Ona sormamıştım nasıl olduğunu, ne yaşadığını dışardan gördüğüm mükemmel hayatına öylesine dalıp gitmiştim ki onu göğüs kafesimin altındakinden ayrı tutmazken ona en yabancı olduğumu fark edememiştim.
Bir tek kendi acılarım varmış gibi davranıp bütün yoğunluğu oraya toplamıştım ve ben bunca şeyin anca şimdi farkına varmıştım.

İşte bu yüzden bencildim.

Beni kurtarmıştı, beni sevmişti, beni dinlemişti, beni beklemişti, benim için doğmuştu.

Peki ben onun için ne yapmıştım?

Hiç. Koca bir hiç.

Aşık olduğumu savunduğum bundan sonra onsuz yaşmayacağımı düşündüğüm adam hakkında ne biliyordum ki?

Hiç.

Medyanın bikdiğinden daha çok ne biliyordum? Siktir!

Koca bir siktir.

Ailesi bizi ziyaret ettikten sonra ki ilk günde boğulmuştum bu düşüncelere, Minho'nun eski enerjisinden eser yoktu gece uyuyamadığını biliyordum ve bu zamana kadar hiç sigara içerken görmediğim adamın gece yarısı kalkıp dört dal bitirdiğinide.

Ailesiyle neden arası kötüydü hiç bir fikre sahip değildim masada dönen muhabbetten de hiç bir şey anlamamıştım çünkü ben o an yine kendi iç savaşımı veriyordum üstüne gidilen kişinin kendim olduğunu düşünüyordum ve tüm bu zaman içerisinde Minho bana varlığını hep hatırlatmıştı. Varlığı benim var olma sebebimdi. Ruhu, ruhumu iyileştiriyordu.

Ama ben aynısını onun için yapamamıştım.

Elimdeki kahve gittikçe soğurken üstündeki az buz köpüğe dalıp gitmiştim. Zihnimi işgal eden bu ani farkındalık bir türlü beni rahat bırakmıyordu. Gözlerimi elimdeki kahveden alıp az ötede bir taburde oturup dikkatle tuvaline bir şeyler çizen sevgilime çevirdiğimde üzerindeki beyaz tişörtle bakışıyordum.

Konuşmuyorduk. Bu odaya geleli yarım saati aşkın bir süre geçmişti o buraya ilerlediğinde sessizce onu takip etmiştim o da ardından gelmeme ses etmemişti. Onu rahatsız etmemek adına hemen kapının pervazına yaslı bir şekilde oturuyordum elimdeki kahvenin aynısından ona yaptıysamda dokunmamıştı bile.

Bu odayı biliyordum onun resim yapmayı sevdiğinide, bildiğim nadir şeylerdendi. Üzerimde ona ait olan beyaz gömelek ve iç çamaşırım dışında hiç bir şey bulunmuyordu.
İyice dalgalanmış saçlarım umrumda bile değildi, ilgilendiğim tek şey önümdeki güzel bedendi.

Salvatore //Minsung Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin