Tik tak.
Zaman yok olmak üzere.
❝ Yaranı gösterirsen yaralarlar çocuk, bilmiyor musun?
Bilmiyor musun sökerler ciğerini,
dökerler dişlerini,
ağzın iki latifenin kurşun yarasına takılır.
Dinlesene çocuk, yaranı sen koruyacaksın. Önce sen seveceksin...
Şarkı: Mostra Morte - Perséfone Pomme - On Brûlera
🕯️
"Ne yani; böylesi korkunç bir dünyanın, bir de cehennemi mi var?"
- Umberto Eco
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
YAKAMOZ DEMİRAY'DAN...
Ölümsüzlük, nezdimde ne kadar sorguluyorum bunu? Ya da siz, nezdinizde kendinize yedirdiğiniz bir gerçek hakkında ne derinlikte düşüncelerin akışına kapılırdınız?
Ben, derenin akışına kapılmamak için kulaç atmaya çalışırken yanlış tarafa yüzdüğümün farkında değildim. Farkına vardığımda ise çırpınmayı bırakmıştım.
Buradaydım, şayet ki kara bendim, lanet bendim.Vebalı bakışların hedefi, varlığı bile aptal bir meçhul üzerine olan bendim. Beni bir tanrı değil, kötü niyetli bir diktatör yaratmıştı. Bundandır ki Tanrı bana kulaklarını kapamış ve beni hiç bir zaman duymamıştı. Çünkü ben koskoca bir girdapta kaybolmuş haldeydim. Bana kucağını sıcak bir aile değil, yaratıcıların yaratıcısı bile kapısını açmamıştı.
Ölmemiştim. Cehenneme gidip korunda yanmamış, cennetin büyüsüne kapılmamıştım. Ben kollarımdan tutularak arafa sürüklenmiş, tabiri caizse baş aşağı kendimi boşluğa bırakmıştım. Boşluk etrafımda döndükçe şekilleniyordu sanki ve tek bir arafım olabilirdi benim, oda zihnimin içinden ibaretti.
Üç gün geçmişti.
Koskoca üç gün. Ve bir o kadar da küçük üç gün.
Istırap dolu, kendimi sağdan sola hoyratça savurduğum üç gün.
İçimdeki bunaltıcı, boğucu his geçip gitmiyordu. Adeta diken üstündeydim ve artık sadece baş aşağı da değildim. Öylesine diken üstündeydim ki, sesleri duymamak, yalnız kalırken bile kendimle baş başa kalmamak için bir saniye oturmamış, uyku uyumamıştım. Her uyuşukluk bedenimi ele geçireceği sırada çıkıyordum, kendimi dışarıya atıyordum.
Deli gibi koşuyordum, bazen yürüyordum. Duruyor, bir süre sonra ağır antrenmanlarla kendimi meşgul ediyordum. Uzun zamandır örgütteki gibi sıkı bir eğitim içinde olmadığım için yetersiz olduğumu hissediyordum ve beni hırslandıran da bu hissiyat olmuştu. Artık gözüm, kendimi bile görmüyordu.