Hâlâ ıslak olan gözlerimi her kırpıştırdığımda büyük bir acı çekiyordum. Şu an hayatta olan ben olmamalıydım, görevi reddedebilir ve hayata veda eden ben olabilirdim. Pişmanlıklarımın bir işe yaramadığını biliyordum, bunu anlamam pek de zor değildi.
Yüzüme itaatkâr bir ifade takındığımı varsayarak kapıyı hafifçe tıklattım. İçeriden sert bir ses yükseldiğinde kapıyı aralayarak içeri girdim.
"Beni çağırmıştın Xaviera," bitkin ses tonumu gizlemeye çalışmayacaktım. Bir süre sert bakışlarını üzerime dikti, sanki düzeltmemi beklediği bir şey vardı.
Umursuzca derin bir nefes aldı, "Xaviera değil leydim, lordum diyeceksiniz!" Beni kırıp kırmaması umurunda değil gibiydi, fakat sesini yükseltip kendini de yormak istemiyordu.
Başımı kabul edercesine sallayarak yanına ilerledim. Oturduğu, fazla eski olmayan ancak pek göz alıcı da olmayan masanın etrafından dolandım. Gözlerimi gözlerine dikerek hafif gülümsememi görmesini sağlayacak kadar yaklaştım.
Birbirine bağlayarak önünde tuttuğu ellerinin üzerine kendi ellerimi nazikçe koydum. Başımı kaldırarak ifadesine bakmamak için kendimi zor tutuyordum, ancak konuşmasını bekleyecektim.
Konuşmasını beklerken uzun bir vaktim olmuştu. Bu süre boyunca ellerini uzun uzun inceledim. Bir insan elinden daha büyük ve fazla damarlıydı. Dikkatimi çektiğini söyleyebilirdim, hem de fazlasıyla.
Boğazını temizlediğini hissettiğimde içimden şükürler etmeye başladım. "Leydim bana bakmayacak mısınız?" Bir süre inat etmek istiyordum. "Sizin o güzel yüzünüzü göremeyeceksem hiçbir şey görmemeyi tercih ederim." bu güzel sözler bana Urien'ı hatırlatıyordu.
Yavaşça boynumu kıpırdatarak Xaviera'ya uzandım. Bunu beklemediğini anlayabiliyordum, dudaklarını naif bir biçimde ıslattı. "Güzelliğiniz göz kamaştırıcı leydim, etkilenmemek elde değil." Diyerek muzipçe sırıttı.
Dudaklarını bana yaklaştırdığında o an evrenden yok olmak istedim. Tabii bu mümkün değildi.
Gözlerimi sıkıca kapattım. Geri çekilebilirdim fakat bunu yaparak kendisine olan itaatkâr tavrımı zedelemeyecektim. Ondan dükümü benden aldığı için intikamımı alacaktım, bunun içinse kendimi geliştirmeliydim.
Dudaklarını dudaklarıma sertçe dokundurdu. Öpüşü dahi görünüşü kadar sertti, dudaklarımı parçalayabileceğini düşündürüyordu. Öpüşü bile bu kadar sert olan bir adamı yenmem kolay olmayacaktı, hissediyordum.
Öpücüğü karşılık vermemi beklemeyecek kadar kısa sürmüştü, sanırım tanrım beni duymuştu.
Memnun olduğumu belirtir bir gülümsemeyle yanından uzaklaştım. Kapıya ulaştığımda yeniden Xaviera'ya döndüm. Bir elimi arkaya diğer elimiyse önüme alarak eğildim ve Xaviera'yı selamladım. Başını büyük bir zevkle salladı, ardından sırtımı dönerek zarif hareketlerle sekerek odadan ayrıldım.
Şimdilik kurtulmuştum. Ancak daha sonra beni yeniden yanına çağıracaktı. Buna daha fazla ne kadar dayanabilirdim, hiçbir fikrim yoktu.
Odadan çıktığımda kolumla sert bir baskı yaparak dudaklarımı sildim. Olabildiğince kısa bir sürede sevgili düküm ile kendi odamıza vardım. Bu oda bana her uğradığımda üzerime büyük bir yük oluyordu, bunu inkar edemezdim.
Ayaklarımı odanın tahta döşemeli zeminine bastırdığımda rahatsız edici bir gıcırtı yükseldi. Bu beni her zaman olabildiğince fazla rahatsız ederdi. Şu ansa durum farklıydı, bu ses hoşuma gidiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşes Katliamı
FantasyÜniversite öğretmenin bir krallığın dükü olsa ve seni kaçırıp orada düşes olmanı teklif etse, mükemmel bir şey değil mi? Haydi birlikte hikayenin içine bir giriş yapıp öğrenelim. Gerçekten mükemmel mi?