Aralarına yenilerinin eklendiği morluklarım hissettiğim sıcaklık hissiyle birer birer yok oluyorlardı, bunu hissedebiliyordum.
İstemsiz kasılan yüz hatlarımı hafif hareketlerle gevşetmeye başladım. Karşımda dudaklarını kemirerek oturan Nixie, uzun süredir konuşmadığım için benim için endişeleniyor gibiydi.
Boynumu sağa ve ardından sola birer kez esnettiğimde pembe saçlı kıza döndüm. "Ben iyiyim," diye fısıldayabildim yalnızca, Nixie'nin içini rahatlatabilmek için.
Hızla ıslattığı dudakları ağırca aralandı, "Bundan emin olabilir miyim?" Yönelttiği soruya karşılık başımı onaylar şekilde salladım. Buna rağmen rahatlamadığını hissedebiliyordum.
Üst üste attığı bacaklarını serbest bırakarak adımlarını sağlamca yere bastı. Bana doğru ilerleyerek, "Bakmadan emin olamayacağım, üzgünüm Lavin." Diyerek pamuksu ellerini bacaklarıma uzattı.
Beni incitmeyecek kadar hafif hareketlerle elbisemi yukarı kıvırdı. Gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Açılan gözleri ilk önce başucumda duran Freya'yı ardındansa benim bitkin gözlerimi buldu.
Ellerini inanamayarak morluklarımın bulunduğu bölgelerde gezdirdi. Elleri tenimde usulca gezinirken pembe gözleri yüz ifademi dikkatle izliyordu, bir tepki verebilmem için. Sonunda gerçekten geçtiklerini fark ettiğinde aklı karışmışcasına geri çekildi.
Bir elini beline yerleştirdi. Başını Freya'ya çevirerek, "Sen kimsin?" Freya asice kıkırdamıştı. "Bunu nasıl yapabildin?" Diyerek beyaz saçlı kıza başka bir soru yöneltti.
Freya'nın yüzündeki gülücük yerini, yarı buruk yarı ciddi bir ifadeye bıraktı. "Ben bir Sequria kızıyım," yaptığı girişle birlikte Nixie'nin dudakları ve gözleri birer karış açılmıştı. Bense anlamsız bakışlarımı beyaz saçlı kızla Nixie'nin üzerinde gezdiriyordum.
Kafamı kurcalayan soruyu pembe saçlı prensese yöneltmek üzere boğazımı temizledim. "Sequria da ne oluyor?" Bunu bilmemem gayet normaldi, ancak her ikisi de alaycı bakışlarını üzerime dikmişlerdi.
Nixie hafifçe yerinde kıpırdandı, "Bir Ophelius efsanesi," diyerek yüzünü yeniden Freya'ya dönmekte gecikmedi. Nixie başıyla bir hareket yaparak Freya'nın devam etmesini sağladı.
"Bundan birkaç yıl önce ben annemle Herr Mung Malikanesi'nde kalıyorduk. Fakat bir süre boyunca kaldığımız malikaneye ismi belirsiz mektuplar gönderilmeye başlandı," ciddi tavrını koruyan Freya derin bir soluk alarak hafif şekilde geri bıraktı.
Kuruyan dudaklarını ıslattıktan sonra sözlerine devam etti. "Anneme ne kadar sorsam da söylememekte diretti, ne kadar istesem de öğrenemedim. Her mektup geldiğinde benden önce ulaşıp, mektubu kızgın alevle buluşturuyordu." Annesine olan öfkesini gözlerinde görmeyi beklerken gözlerinde beliren tek şey yalnızca özlem ve saf sevgiydi.
"Durumumuz pek iyi değildi, bu nedenle çalışmak durumundaydım. Yine her zamanki gibi çalıştığım tavernadan malikaneye dönüyordum. Eve vardığımda karşılaşmayı beklediğim durum bu değildi." Kendini ne kadar sıktığını fark etmişe benzemiyordu, ben ve Nixie Freya'nın titremeye başlayan bedenini gözlemliyorduk.
Dolan gözlerini birkaç defa kırpıştırdı, gelen yaşları geri göndermek istiyordu. "Malikaneye girdiğimde burnuma gelmesi gereken hoş yemek kokusu yoktu, annemin tatlı 'Hoşgeldin kızım' diyen sesi de yoktu. Burunumun direğini sızlatan bir kan kokusu hissedebiliyordum yalnızca," aldığı nefesler bedenine zor geliyordu, titreyen elleriyle tutunduğu yatağın başlığı da kendisi gibi titremeye başlamıştı.
"Küçük malikanenin küçük odasında bulduğum ceset anneme aitti. Yüz ifadesi oldukça neşeli gözüküyordu, sanki her zamankinden daha mutluydu. Huzuru bulduğunu hissettiriyordu. Kan gölünde yatan annemin yanında duran küçük bir kağıt parçası ilişti gözlerime." Zorla da olsa ağır hareketlerle cebine daldırdığı elini yerinden çıkardı, elinde tuttuğu kağıt parçasını bana uzattı.
![](https://img.wattpad.com/cover/358241030-288-k98978.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşes Katliamı
FantasyÜniversite öğretmenin bir krallığın dükü olsa ve seni kaçırıp orada düşes olmanı teklif etse, mükemmel bir şey değil mi? Haydi birlikte hikayenin içine bir giriş yapıp öğrenelim. Gerçekten mükemmel mi?