Kıymetli kan
Bir çocuğun annesine vereceği en değerli hediye nedir?Belki bir gülümseme,bir öpücük,belki de kendi elleriyle kopardığı papatyalar.Ellerindeki papatyaların bir kaçını rüzgar almıştı ondan.Diğerlerinden farklıydı onun hikayesi.
O gün rüzgar küçük ellerden bir kaç papatyayla beraber annesini de aldı.
Hep çaldığı kapıyı güler yüzle açan kadın bu kez ağlıyordu.Ellerindeki papatyaları annesine uzatamadan arkasına sakladı.
"A-anne."
"Git Aleks.Koş yalvarım!"
"Anne gitme!Anne lütfen gitme!Anne!"
Attığı çığlıklar onu rüyadan uyandırmıştı.Titreyen ellerine bakıp rüzgara kaptırdığı papatyaları arıyordu.Rüzgar aldığını geri verir miydi?Üniformasını üzerine giyip silahını aldı.Uyumak korkutucuydu onun için.Az önce baktığı gibi tekrar ellerine baktı.Papatyaların hepsini almıştı rüzgar.
Ellerinde annesinin kanı vardı.
"Asker."
"Üsteğmen."
Hans Alekasandr'ın yeşillerine baktı.Dünden bu güne gözlerinin açık yeşili koyulaşmıştı.Yüzü beyazlamış ve her an rüzgara kapılıp gidecek gibiydi.
"İyi beslenmiyorsun sanırım."
"İyiyim."
"Teğmen Victor'ı uyandır çıkalım.Benim işim bitti."
Üsteğmen askere göz kırpıp merdivenleri inmişti.Aleksandr Üsteğmenin odasından çıkan kadınla karşılaşmıştı.Gözlerini hemen beyaz tenden alıp Teğmenin odasına çıkmıştı.Kapıyı çalıp Victor'ın uyanmasını bekledi.Çaldığı kapı açıldığında selam durmuştu.Teğmen hep olduğu gibi karşısında onu görmekten mutlu değildi.
"Ne istiyorsun?"
"Üsteğmen gitmek istiyor."
"Nereye istiyorsa bırak.Ben kendim giderim."
Yüzüne kapanan kapıya baktı.Sadece bir kaç ay daha sabretmesi gerekiyordu.Omzundaki silahı bir daha hiç almamak şartıyla bırakacaktı.Hızlı adımlarla indi merdivenden.Üsteğmen Hans arabada onu bekliyordu.
"Teğmen kendisi geleceğini söyledi.Biz gidelim."
Asker onu onaylayıp kapıyı kapatmıştı.Üsteğmenin bakışlarını üzerinde hissetmesine rağmen kafasını sağa çevirmedi.Bir eli omzundaki silahını tutuyor,diğeri diz kapağının üzerindeydi.
"Fransız kadınları ilgini çekmiyor gibi."
Bir kişiye daha yakalanmıştı.Dün herkes odaya kadınla giderken Aleksandr yalnız gitmişti.
"Kadınlarınız çok güzel.Tenleri zarif ve dikkat çekici."
"Üsteğmen,beni ilgilendirmeyen konulara yorum yapmam."
"Seni ne ilgilendiriyor söyle, o konuyu konuşalım.Almanca konuşmanı beğeniyorum.Gözlerinin yeşili desen o ayrı konu zaten."
Askerin çatılan kaşlarına bakıp sırıtmıştı Üsteğmen.Nedensizce onunla uğraşmak hoşuna gitmişti.Aleksandr'ın konuşması için uğraşıyordu.Kendi dilini ondan daha güzel konuşan birine ilk kez rastlıyordu.
"Melezsin sanırım.Zengin bir ailenin çocuğuna benzemiyorsun."
"Zengin bir ailenin çocuğu nasıl oluyor Üsteğmen?"
"Tanrıya inanmıyor mesela."
Askerin yeşilleri onu bulmuştu.Hafif yukarı kıvrılan dudaklarını birbirine bastırıp yüzünü cama döndü.
"Benimle eğlenmek hoşunuza gidiyor sanırım."
"Keşke bir kaç hafta önce tanışsaydık.Günlerim çok sıkıcı geçti asker."
Aleksandr önüne dönüp ona bakan askere baktı.Ne konuştuklarını anlamadığı için afallayan gözlerle bakıyordu ona.Polonya askerine alman Üsteğmen gülümsüyordu...Uzaktan garip lakin yakından daha korkunçtu.Dışarıda oynayan çocukları görünce Üsteğmene baktı.
"Sokaklar da koşan çocuklar için adalet istiyorum."
"Çok şey istiyorsun.Söyle bana,askerlik bitince ne yapacaksın?Onlar için istediğin adaleti dışarıda mı arıyacaksın?Yoksa orduda mı?"
Orududa kalmayı düşünmüyordu.İstediği adaleti dışarıda sağlayamaz mıydı?
"Demek boş konuşuyorsun asker.Ben ne yapacağını söyleyeyim,askerlik bitince kiliseye koşar tanrından yardım istersin olur biter.Bir korkak gibi."
Araç durduğunda Üsteğmen askerin durgun gözlerini umursamayıp kapıyı açtı.Hans sevmezdi boş konuşanları.Çaba gösterilemeyen hiçbir şeyi sevmezdi aslında.O hep çabalıyordu çünkü.Birinci dünya savaşında hayata tutunmak için gösterdiği azim takdire layıktı.Elleriyle kazarak gömdüğü bedenler ona unutamayacağı dersler vermişti.
Savaş boş konuşanları sevmezdi.
"Albay seni çağırıyor Aleksandr."
Neden çağrıldığını iyi biliyordu.Dün Üsteğmenin masasına oturmak bir asker için fazlaydı.Bedel ödemesi gerekeceğini bilmesine rağmen o masaya oturdu.Odaya girip kapıyı kapattı.Albay üzerindeki üniformanın kollarını yukarı çekti.
"Niye burada olduğunu biliyor musun?"
"Biliyorum efendim."
"Bilerek yaptın öyle mi?"
"Özür dilerim efendim."
Bir özür yetmezdi yaptığını telafi etmeye.Albayın eline aldığı sopaya bakıp silahını yere bıraktı.Yere uzanıp şınav pozisyonunda durdu.Sırtında kırılan sopalara rağmen yere düşmemeye çalışıyordu.
"Üzerindeki üniformaya ihanet etmek ha?!Bana ihanet etmek!"
"Özür dilerim!"
"Buradaki herkes sahipsiz Aleksandr.Ancak senin tüm hayatının sahibi benim."
"Özür dilerim efendim!"
Sırtında kırılan yedi sopaya rağmen ayakta durmayı başarmıştı.Albay nefes nefese kaldığında ayağa kalktı.İki büklüm olmuş bedenindeki acıyı gizlemek için kafasını yere eğip yüzünü buruşturdu.Albay çenesini kavrayıp yüzünü yukarı kaldırdı.
"Bu akşam eve gel.Yaralarına bakılsın."
"Emredersiniz komutanım!"
"Sakın bir daha beni ezme.Benim için kıymetli oluşun yaptıklarının hesabını vermeyeceğin anlamına gelmez."
Selam durup odadan çıkmıştı.Kıymetli olmak herkesin yüzünü güldürmezdi.O gün Üsteğmenle son konuşmasını yapmıştı.O zamanlar on dokuz yaşındaydı.Hayallerine sahip çıkacağını düşündüğü yaşlarda...Yıllar sonra savaşın ortasında kaldığında bir daha karşılaşacaktılar.
Her şey şimdi başlıyordu...
Haızr mıyızzzzzz Aleksandrı bıraktım aşağıya
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESİR
Ficção HistóricaII Dünya savaşı... Esir düşen Üsteğmen ve onu konuşturmaya çalışan Yüzbaşının hikayesi. Dikkat:Şiddet,küfür içerir.