SON/BAHAR

688 90 1.6K
                                    

"Bir nefesten ibaret bu dünya da neden bir nefesten ağır yükler kaldırmaya çalışıyorsun?"

~Bazı baharlar son baharın olur.

Sonbaharın hafif esintisiyle düşen yaprakların altında gülüyor, arkadaşlarıyla şakalaşıyordu. Üniversite bahçesinin bu yürüyüş parkı ders çıkışı arkadaşlarıyla dinlemek için en güzel yerdi Hilal'in gözünde. Parkı özel kılan şey ise uzun ve çeşitli ağaçlarıydı.

İnsana huzur veren bir havası vardı. Renk renk ağaçlardan düşen yaprakların arasında yürüyor, hocalarının verdiği ödevi eleştiriyorlardı. Saatlerce oturmaktan sıkılmış bu dört arkadaş, yirmi dakikalık aralarını dolu dolu geçirmek için konudan konuya atlıyor, büyük bir heyecanla başından geçenleri anlatıyorlardı. Yürüyüş yolunun kenarlarına dikilmiş ağaçlar, esintiye dayanamayan yapraklarını bu huzurlu günde özgür bırakıyordu.

Yerde birikmiş yaprak yığını Hilal'in dikkatini çekti, eğilerek yaprak yığınını kucakladı. Tam bu esintili havada yukarıya fırlatıp uçuşunu seyredecekken bağırırcasına çalan telefonun sesi genç kızın irkilmesine neden oldu. Elindeki yaprak yığınını yere attı ve montunun cebinde çalmakta olan telefonunu eline aldı. Arayan abisiydi. Büyük ihtimalle nasıl olduğunu soracak, gelirken ekmek almasını tembihleyecekti. Peki neden bu kadar uzun çaldırmıştı?

Arkadaşlarından izin alarak bir ağacın altına geçti ve çağrıyı kabul etti. Konuşmak üzere ağzını açtığında abisinin hıçkırıkları karşısında kelimeleri boğazında düğümlendi. Yüzündeki tebessüm bir çiçek gibi solmuş ve toprağı bulmuştu. İçindeki belirsiz his mahvediyordu genç kızı.

Neyin nesiydi bu iç karartıcı his. Sanki yeni alınmış beyaz bir elbiseye siyah boya bulaştırmış gibi hissediyordu. O bembeyaz elbise artık giyilemez bir haldeydi. Bu anlamsız duygulara kapılmışken abisinin hıçkırıklar içinde gelen sesinden sadece iki kelimesini anlamıştı. Hayatını değiştirip alt üst edecek o iki kelime... "Babamız öldü".

Öldü!

Ölmek!

Ölüm!

Sadece bu kelimeler kafasında dönüyor, sürekli başa sarıyor, kulakların da yankılanıyordu. Dış dünyaya kapatmıştı kendini. Sadece bu sözcükleri duyuyor, gözünün önüne babası geliyordu. Daha bu sabah evden çıkarken ona gülümseyip çay doldurmasını söyleyen babası geliyordu gözünün önüne. Kabullenemiyordu zamanın bu can acıtan hançerini. Sanki bu iki kelimenin ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyordu. Ya da bilmek istemiyordu insan. Bazı kelimelerin anlamını bilmek istemiyordu.

Hayır şakaydı bu. Büyük ve berbat bir şaka hem de. Kimin aklına geldiyse gerçekten çok saçma ve gerçekçi bir şakaydı. Böyle şakalar yasaklanmalıydı az kalsın gerçek zannedecekti.
Peki abisini bu şakaya nasıl ikna etmişlerdi. Bir kere abisi şaka yapmaktan nefret ederdi. Küçüklüğünden beri en sevmediği şeyler arasındaydı hem de. O zaman şu an da yaşadığı her şey doğruydu ve gerçekti.

Bu karanlık, titreyen elleri ve sicim sicim akan göz yaşları hepsi gerçekti. Babası gerçekten ölmüştü. Destek almak için ağaca tutunan ellerinde bile derman kalmamıştı genç kızın. Bir an yaprakların arasına bıraktı kendini. Sadece yaprakların hışırtısını duyuyordu. Hilal'in kulağına ne abisinin telefondan gelen seslenişleri, ne de endişeyle koşuşturan arkadaşlarının feryatları geliyordu. Sadece o ve babası vardı şu an zihninde. Babasının gülüşü, babasının onu salıncakta sallayışı ve babasının ona öğrettikleri. Artık, onun vazgeçilemez bir parçası olan bu anıları miras almıştı, şu an durmadan çarpan kalbi. Acı gerçek şuydu ki babası bu anıları ona bırakarak ebedi dünyaya gitmişti, gidip de dönüşün olmadığı tek yere...

KALBİNURHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin