YÜK OLAN GEÇMİŞ

74 23 24
                                    

Ufak siyah saçlı çocuk, beyaz tenine yediği çilekli dondurmasından bulaştırmış bir şekilde seri adımlar atıyordu. Küçük çocuk çizgilere basmadan yürümeye çalışıyor, bir yandan da yanında ki cüsseli adamın büyük ellerini küçük elleriyle tutmak için büyük bir çaba sarf ediyordu. Yanın da ki, uzun saçlarını siyah tokasıyla toplamış adam, çocuğu kaçırıyormuşçasına hızlı ve büyük adımlarla yürüyordu. Omuzları dik yürüyen genç adam, bir parkın önüne kadar resmen çocuğu sürükleyerek getirdi. Bu adamı gören ilk defa bir çocuğun elini tuttuğunu düşünebilirdi. Lakin çocuk bundan hiç dert yanmıyor, tam tersi dayısının bu tavırlarını komik buluyormuş gibi etrafa ufak kahkahalar savuruyordu. Çünkü dayısı gerçekten ilk defa bir çocuğun elini tutuyordu.

Parka geldiklerin de genç adam çocuğun elini bırakıp, boş bir banka oturdu. Bir ebeveyn edasıyla arkasına yaslanıp yeğenini izlemeye karar verdi. Şu an bu küçük güzel yüzlü çocuğun parkta koşması salıncaklara çullanması gerekirdi lakin bu çocuk dayısının yüzüne dik dik bakmakla meşguldü. Dayısının ne yapmaya çalıştığını anlamayan çocuk önce bacağını koyarak bankın üzerine çıkıp oturdu. Çocuğun bu hareketi karşısın da genç adam, şaşkınlıkla ve büyük bir hayal kırıklığıyla üstten üstten çocuğa baktı. Hayal kırıklığına uğramıştı çünkü onun bu bankta oturarak sadece yeğenini izlemesi gerekirdi. Yani kendince öyle düşünmüştü. O sırada afacan çocuk dayısının bu komik hallerine kıkırdıyor, yerle buluşamayan ayaklarını banktan sallandırıyordu. Küçük çocuğun dayısı bu ufaklığın kendisinden ne istediğini anlam veremedi. Bir süre daha iki kişi bankta öylece oturdular. Küçük çocuk sıkıldığı için çoktan söylenmeye başlamıştı bile. Dayısı büyük bir adam gibi konuşup bu çocukla uzlaşmaya karar verdi.

-" Bak ufaklık senin şu an da kaydıraktan kayıyor olman gerek. Ya da ne bileyim salıncakta falan sallan. Şu tahterevalli de de debelenebilirsin. Hadi git bakayım. Ben buradayım ufaklık."

-" Ayı o tahterevalli dediğin şeyde tek oynanmıyor ama "

Genç adam derin bir nefes aldı. Evet çocuk tatlıydı ama nereden vermişlerdi bu çocuğu, çocuk nedir bilemeyen adama. Bu cevap karşısın da yine söze girdi çocuğun dayısı.

-" Onunla mı oynamak istiyorsun? Bir kaç arkadaş edin beraber oynayın."

-" Dayı ben oynamak ya da arkadaş edinmek istemiyorum ki" genç adam bu sefer bezmişçesine baktı küçük çocuğa.

-"O zaman ne istiyorsun bakayım sen. Ne diye getirdin beni buraya."

-" Ben seni getirmedim ki sen beni getirdin Ayı."

-" Bunca yolun boşuna mı geldik şimdi ufaklık"

Dudak büzerek ayağını sallamaya devam etti küçük çocuk. Dayısı ufaklığın diğer çocuklar gibi park da oynamak istemediğini anladığında kendi kendine bu çocuğun neden bu kadar olgun olduğunu düşündü. En azından iki saat oyalaması gerekiyordu bu çocuğu ama o ablasının kendisine verdiği bu görevi nasıl tamamlayacağını bilemiyordu. Bir şekilde dikkatini çekecek bir şeyler bulmalıydı. Önce parkın çevresine göz gezdirdi genç adam. Yerdeki otlar, minik bir karınca, bulutlar, uçan bir güvercin... Hiç bir şey bu çocugun dikkatini cezbetmeyi başaramamıştı. Genç dayı, kilometrelerce koşsa bu kadar yorulacağını düşünmüyordu. Matematik sorularıyla bile bu kadar cebelleşmemişti. Şu an bu çocuğun dikkatini ne çeker başlığının integralini alıyordu resmen. Yorgun bir şekilde kendini banka tekrar attı. Bunca çabaya ve uğraşmaya rağmen sadece kırk dakika geçmesi farklı bir hayal kırıklığı yaşatmıştı bu genç adama. O sırada bütün bu çabaların merkezi küçük çocuk elindeki dondurmayı bitirmiş tepkisiz bir şekilde dayısına izliyordu. Dayısı dinlenmek için durduğun da ise 'eve gitmek istiyorum' diye mızmızlanıyor, dayısını hayattan bezdiriyordu. Ama genç dayı artık dayanamayıp yeşil çimenlerin üstüne boydan boya uzandı. Küçük çocuk bir müddet dayısının çimenlerde uzanışını izledi. Sonra ayaklarını yerden kesen banktan büyük bir ustalıkla atladı. Yavaş yavaş dayısının yanına doğru yürüdü ve o da çimlere oturdu. Dayısı alttan alttan memnun edilemez küçük yeğeninin bu paytak hareketlerini izliyor, kendi kendine çocuğun ne kadar tatlı olduğunu düşünüyordu. Dayısının yanına bağdaş kurup oturmuş çocuk, gözlerini dayısının siyah gözlerine kilitledi. Bu sefer dayısı bu doyumsuz yeğeni ile konuşmaya karar verdi.

-"Ufaklık sen ne istiyorsun bakayım. Parka geldik oynamak istemiyorum dedin, kuşları gösterdim ben kuş sevmem dedin. Söyle bakalım sen ne istiyorsun dayından?"

-" Ben bir şey istemiyorum ki ayı. "

-"Bak ufaklık benim bir adım var. Adım Baran. İsmim zor kabul ediyorum ama Baran diyemiyorsan sadece dayı de. D A Y I anladın mı ufaklık, ayı değil."

-" Anladım ayı"

-"Sen bilerek yapıyorsun değil mi ufaklık. Çocuklar saf olur derler sen tilkiden de kurnaz çıktın."

-"Ama sen de bana ufaklık diyorsun. Sen bana ufaklık dersen bende sana ayı derim."

-"Tamam Yiğit bey. Sizin dediğiniz gibi olsun bundan sonra size ufaklık demeyeceğim."

-"Ayı şu kolunda ki parlayan şey ne? Deminden beri buna bakıyorsun."

Evet bu çocuk olgun olduğu kadar iyi bir gözlemciydi. Dayısı bilinçsizce bu kendine emanet edilen çocuğu annesine teslim etmek için resmen saniyeler sayıyordu. Bu nedenle sürekli saate bakmıştı. Çocuğun bu tespitine karşı ufak bir gülümseme sundu. Kolunda ki gümüş, antika saati göstererek "bu mu?" dedi. Yiğit kafasını evet anlamında yukarı aşağı salladı.

-"Bunun adı saat. Zamanı gösteriyor."

-"Saat öyle mi. Peki neden hep bakıyorsun ayı?"

-"Immmm şöyle, saate bakarız ki zamanın kaç olduğunu bilelim. Öğlen mi akşam mı bunu öğrenmek için yani."

-" Anladımmmm. Peki o zaman ben de saat istiyorum ayı. Ben de akşam mı öğlen mi bilmek istiyorum."

Genç adam küçük çocuğun ilgisini çeken şeyi sonun da bulmuştu. Saat. Babasının verdiği bu antika saati kolundan çıkararak eline aldı.

-"Ama önce sayıları bilmen gerek ve saatin nasıl çalıştığını bilmelisin."

-"Ben sayıları biliyorum ki."

Küçük çocuk omuz silkeleyip bildiği sayıları elleriyle göstererek saymaya başladı. Dayısı yeğeninin daha 5 yaşın da olmasına rağmen sayıları saymasını ağzı açık bir şekilde izledi. Çünkü o ona kadar saymayı ikinci sınıfta öğrenebilmişti. Oğlan dayıya benzer sözünün bu çocukta geçerli olmadığına içten içe mutlu oldu. Bu ufaklığın dayısının zekasını alması yeğeninin geleceğini karartabilirdi.

-"O zaman saatin nasıl çalıştığını öğrenmek ister misin? Eğer saatin nasıl çalıştığını öğrenirsen bu güzel saati sana hediye edeceğim. Yapabilir misin?"

Yiğit büyük bir heyecanla dayısının üzerine atladı. Bu bileğine bile olmayacak saati ne yapacağını bilmiyordu ama o saati istiyordu işte. Dakikalarca dayısının kucağın da bu saatin nasıl bir şey olduğunu öğrenmeye çalıştı. Güneşli havanın altında, yeşil çimenlerin üzerin de uzun bir süre oyalandılar. Sadece küçük yiğit değil dayısı da çok eğleniyor, resmen bu küçük çocuğu çözmeye başlıyordu. Hayatın da ilk defa küçük bir çocuğun hayalini kurdu. Ara da yeğenini gıdıklıyor, gözleri yaşarana kadar güldürüyordu. Bu eğlenceli oyunlarla küçük çocuk, saatin nasıl okunduğunu öğrenmiş hatta son denemesin de saatin kaç olduğunu doğru bilmişti. Ve dayısının söz verdiği gibi dayısının kolunda ki saat artık Yiğit'indi.

Hava kararmaya başlamış, küçük çocuk çoktan dayısının kucağın da günün yorgunluğuyla uyuya kalmıştı. Sabah kırk dakikanın hesabını yapan adam, şimdi saatlerin nasıl geçtiğini anlamamıştı bile. Kucağında, eline sığmayan saati tutarak uyuyan küçücük bedeni izledi. Ne kadar da tatlıydı böyle, ufacık burunlu, küçük dudaklı saf bir varlık. Dertsiz tasasız nasıl bir melekti böyle. Bunun gibi ufak bir varlık yanın da olsun varsın ona dayı değil ayı desin hiç umursamazdı. Belki bir gün bu genç adamın da ufak ellere sahip, hep yanında durabileceği bir çocuk olurdu. Yeğeninin siyah saçlarını derince kokladı. Uyanmasından korkuyor hareket dahi edemiyordu. Yanında ki ceketini küçük hareketlerle yeğeninin üstünü örttü. O sırada küçük çocuk başını adamın omzuna yasladı. İçin de garip bir his belirdi adamın. Omzuna yaslanan yeğeninin küçük bedeni izledi. Uzun yıllardır hasret kaldığı yeğenini, bu saf varlığın tatlı uykusunu seyretti ...

KALBİNURHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin