Tılsımlı Kolye

309 99 44
                                    


Medya: Dilruba/Zümra

İstanbul

"Kız seni yerler yerler, 

Seni Ham yapar bu zilliler

Yaylanmadan yürü, 

Yoksa günah benden gider."

"Alya sabah sabah neşen nasıl bu kadar yerinde olabiliyor?" dedim hayretler içinde, zaten gördüğüm düşten uyanması yeterince zordu. Bir de sabaha şen şakrak giren Alya beynimi yakmıştı sabah sabah.

"Sabah işte daha ne olsun, içki kokusu yok, kaba erkekler yok, Arslan abi hiç yok bu saatlerde, götünde pireler uçuşuyordur feneri nerede söndürdüyse. Günün en güzel saatleri, daha ne olsun!" deyip dans etmeye başladı Alya.

"Enerjine hayran kaldım, hadi otur mantarlı yapıyorum omleti." dedim dayanamayıp ben de gülümseyerek.

"Kız sen dedeyi anlat dedeyi, dün gece gittiğin gibi geldin ama domuz gibi uyudun. Gece horladın bile." dedi Alya aynı neşeyle.

"Aman, adam bana karısının kolyesini hediye etmek için çağırmış. Gider ayak sevaba gireyim deyip eve orospu mu çağrılır kız, kafa gitmiş adamda." dedim gülerek.

"Aaa ama çok güzel kız, bu değerli bir şey galiba, sorsak ya kaç para." dedi Alya açgözlü bir hevesle.

"Aman, sorsak ne olacak, sanki trilyonlarım olsa Arslan peşimi bırakır." dedim umutsuzca.

"Öyle deme kız, gideriz Hawai mi ne o adalara işte." dedi gülerek.

"Hah, rakı kokuyorlardı, alkollü meyve kokteyli kokar adamlar, ben de diyorum ne eksikti hayatımda." dedim omleti masaya koyup çayları doldururken.

"Aaa o zaman gideriz rahibeler okuluna kapatırız kendimizi. Pederden başka erkek olmaz, o da kutsal su mu ne ondan kokar artık." dedi buna ikimiz de çok güldük. Özgür, mutlu bir hayatın hayalini bile kuramıyorduk doğru düzgün. 

"Ama hatırlıyor musun, genç bir aşığım vardı." dedim.

"Tuna değil mi, ay ne güzel çocuktu o öyle." dedi ağzının suları akarak.

"Hah Tuna işte. O'nun gibi birileri girse gene hayatıma, ne güzel bir mola olmuştu karanlığın içinde, aydınlanmıştım biraz." dedim buruk bir ifadeyle.

"Sana dedeler de olur o zaman, ölene kadar az rahat edersin, kolyeler, bilezikler alır gelirsin." dedi neşeyle. Kahvaltımızı etmeye koyulduk. 

"Kız yarın da menemen yapsana, sen çok güzel yapıyorsun şu yumurtayı. Ben böyle yapamıyorum." dedi Alya ilk lokmasını ağzına atmasıyla beraber. 

Tövbe tövbe, kızım öyle yumurta mı kırılır demişti annem. Altı yaşındaydım, omleti ben yapayım diye tutturmuştum. Bütün kabuklarıyla içinde çırpmaya başlayınca, annem gelip elimden almıştı kaseyi, teker teker bütün kabukları ayıklamıştı içinden o bembeyaz elleriyle. Pamuk gibiydi elleri. Sonra elime geri verip kaseyi çırp şimdi, demişti gülen yüzüyle. Çok güzel gülerdi benim annem. Gerçekti çünkü gülüşü. Şimdi çevremdeki herkes gibi maskeli değildi gülüşleri. O gülümsedikçe çırpmıştım yumurtayı küçücük ellerimle, ilk ve en lezzetli omletimi yapmıştım onunla. Şimdi hiç bir şeyin tadı o günlerdeki gibi değil çünkü.

"Yarın ola hayrola, bakarsın bu gün beni beyaz atlı bir dede uzaklara kaçırır." dedim iç çekerek, Alya çayı zor yuttu gülmekten.

Dertlerimizle alay ederek geçen bir sabahın ardından gecelerin yorgunluğunu biraz atmış halde çıktık evden ve kuaföre gittik. Günlük rutinimizdi bu zaten bizim. O sırada çalan cep telefonumun ekranında "Arslan" yazıyordu. Yüzümü buruşturarak telefonu açtım.

TILSIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin