İyi okumalar...
İlk dört bölüm İdil'i benimseyebilesiniz diye birinci kişi ağzından yazılmıştı. Umarım yardımcı olmuştur.
Şimdi işe üçüncü kişi anlatımından devam ediyoruz. Zira bu karışıklıktan kurtulamamış İdil'in anlatımı size dertten başka bir şey sunmayacaktır.
Tekrar İdil'le baş başa kalacaksınız ilerleyen bölümlerde...
***
FOTOĞRAFTAKİ KADIN, KADININ KADERİNDEN HALLİCE KIZI
"Baba!" Alabay'ın , ikinci küçük oğlu, sesiyle arkasını döndü orta yaşlı adam. Alabay elindeki tepsiyi babasının önünde duran sehpaya bıraktı. Babasının itiraz dolu bakışlarını umursamadan konuştu: "Dünden beri ağzından tek lokma geçmedi. Eskisi gibi delikanlı değilsin artık Bay Alpuğan dikkat et kendine". Oğlunun kendi gibi çökmüş haline baktı adam. Zerre kadar iştahı yoktu. Tüm yaşamı hastane yatağında yatan kızına bağlıydı.
Lakin kızı için dik durmak güçlü olmak zorundaydı.
Bu düşünceleriyle zorla birkaç bir şey yemiş sonra da ifadesizce oturmaya devam etmişti. Odada yankılanan EKG'nin sesi de sinir bozucu olmaya başlamıştı.
Genç kız dün akşam babasının kollarında bayılmış apar topar hastaneye getirilmişti. Saatler gece biri gösterirken hala uyanmamıştı. Sinirlenen büyük ağabeyi doktorun yakasına yapışırken doktor ısrarla sadece bayıldığını yaşadığı yoğun stres ve uykusuzluktan dolayı kaynaklanabilecek uzun süreli uyku halinin normal olduğunu söylemişti. Baypars ise babasının ikazıyla neredeyse ellerinde can verecek doktoru çuval gibi bırakmış telaşla gidişini izlemişti.
Odadaki üç erkek nefeslerini tutmuş yataktaki kızın uyanmasını bekliyorlardı. Bir bitki için su ve ışık neyse İdil'de onlar için o demekti. İdil hayattı, İdil umuttu, İdil mutluluktu, İdil vaat edilen cenneti...
Kapının hızla açılmasıyla odadaki üç adam sinir ve şaşkınlıkla kapıdan tarafı dönmüşlerdi. İçeriye telaşla giren beş kişi adamları fark etmeden İdil'in başına üşüştüler.
Çiçem'in, İdil'i görmesiyle attığı çığlık tüm hastaneyi inletirken diğerlerinin de ondan bir farkı yoktu. İdil arkadaşlarına haber vermeden eve gelmeyince Ebin defalarca aramıştı ki İdil dün Oğuz'un arabasından telaşla inerken arka koltukta unuttuğu çantasından bihaberdi. Telefonda çantanın içinde kalmıştı. Sabah Oğuz İdil'in çantasını koltukta görünce inşallah telefonu içinde değildir diye çantayı karıştırmış umutları boşa çıkmıştı. Gördüğü telefonu eline almış Ebin'den gelen onca çağrıyla onu aramıştı.
Ebin telaşla arkadaşının eve gelmediğini söylerken Oğuz sakinlikle babasıgilde kaldığını düşünmüştü. Lakin öyle olmadığını bir saat geçmeden İdil'in 'anne'si Suna Hanım'ın Ebin'i arayıp, 'Hastaneye ben gidemiyorum sen git haberdar et' deyip adresi verip Ebin'i soru işaretleriyle bırakması sonucu anlamıştı.
Ebin, Oğuz ve Alev dahil ev halkına haber vermiş soluğu burada almışlardı.
"İdil'im noldu sana?" Ebin'in ağlamaklı sesiyle sorduğu soru tabii ki cevapsız kalmıştı. Ebin korkuyordu arkadaşını o güçlü İdil'i ilk defa bu berbat hastane yatağında görmek aklını oynatmasına yetmişti.
İdil'in normalde de hastalıklı gibi duran soluk beyaz teni daha da solmuş yaşayan bir ölüyü andırır olmuştu.
"Siz kimsiniz?" Oğuz'un sorduğu soruyla herkes arkasını dönerken yan yana sıralanmış kanepede oturan dev gibi adamlara odaklandılar. Mafya filminden fırlamış siyah giyinimli kasvetli adamlar ortamı germişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytanın Kızılı
Ficțiune generalăKayboluyorum... Lakin yardım edecek birini de bulamıyorum. Sevgili sanırım ben yaşarken ölüyorum. Sıradanlaşıp rutinlere dolanıyor, Şehrin karanlığına karanlık katıp aydınlığı umuyorum. Belki diyor, bütün arzularımla diz çöküp yalvarıyorum. Ama sevg...