46. Bölüm

3.5K 226 199
                                    

Uygunsuz sahneler bulunmaktadır.

"Ey kibirli aşk, cesaretim var ama ellerin soğuk mu daha?" Kendi kendime aklıma gelen ilk şarkıyı mırıldanırken ocaktaki yemeğin altını son bir kez daha karıştırıp altını kapattım. Gözlerim saate kaydığında altıya yaklaştığını gördüm. Tuğrul birazdan gelirdi sanırım. Benim dersim bugün erken bittiği için eve erken gelmiştim. Tuğrul'un ise bugün tüm gün dersi vardı. Çıktığında beni aramış evde eksik olan birkaç şeyi alacağını, istediğim bir şey olup olmadığını sormuştu.

O anı hatırlayınca yüzüme yeniden bir gülümseme yayıldı.

Herkese basit gelen bu anı kafamda onlarca kez tekrarlamış, farklı farklı versiyonlarını hayal edip durmuştum. Şimdi gerçek olması o kadar gerçek dışı geliyordu ki... Sanki bir rüyadaymışım gibi... Son birkaç gün gerçekten rüyadaymışım gibi hissediyordum.

Tuğrul bana öyle iyi davranıyor, öyle üzerime titriyordu ki... Kendimi dünyanın en mükemmel adamı gibi hissetmeme neden oluyordu. Sevilmeyi unutan her yanım bu duyguyu yeniden tadıyordu ve daha da güzeli bundan oldukça memnundum. Ben sevilmeyecek bir insan değildim, ben bu dünyaya fazla değildim. Eğer ben bu dünyaya fazlaysam bile benim için sadece ikimizin sığacağı bir dünya yaratacak bir sevgiliye sahiptim.

Ben dünyanın en şanslı adamıydım ve bu evde geçirdiğim her saniye, Tuğrul'un yanında geçirdiğim her saniye bunu daha da iyi anlamama sebep oluyordu.

Ne kaybettiğimiz yıllar ne de hatalarımız bizi kirletmemiş, sevgimizden bir gram olsun götürmemişti. Biz on sekiz yaşındaki iki aptal olarak kalmıştık ve o yanımda olduğu sürece kaç yaşına gelirsem geleyim, ister 60 yaşında olayım yine de 18 yaşında gibi hissedeceğimi biliyordum. Biz, birbirimizin büyüsüydük. Sadece birbirimize baktığımızda bile zaman durur, bizim için geriye, her şeyin ilk başladığı zamanlara akardı çünkü duygularımız ilk zamanki gibi tazeydi. Hatta belki her geçen gün daha da yoğunlaşmış olabilirdi. Çünkü her gün Tuğrul'la uyuyup uyanmak, her saniye onunla olmak beni sıkmanın aksine öyle mutlu ediyordu ki... Ayrı kaldığımız onca seneden sonra birbirimizden bir saniye bile ayrılmadığımız günler hediye gibiydi.

Kapının açıldığını duymamla tezgahın başında boş boş dikilmeyi bırakıp hızlı adımlarla mutfaktan çıktım.

Tuğrul'u elinde poşetlerle kapının önünde görünce gülümsemem büyüdü.

Hep bunun hayalini kurmuştum, değil mi? Gerçekti işte, gerçek olamayacak kadar güzel olsa da gerçekti ve tam karşımda duruyordu.

"Hoş geldin." diye mırıldandım heyecandan titreyen sesimle. İnsan, uzun zamandır hayalini kurduğu şeyin kendi gerçeği olduğunu fark edince öyle sakin sakin karşılayamıyordu.

Ayakkabılarını çıkardı, içeri girdi ve dirseğiyle kapıyı kapattı. Ardından gözleri beni buldu. Sanki beni burada görmeyi beklemiyormuş gibi şaşkın bir ifadeyle baktı yüzüme, birkaç saniye sonra yüzüne sımsıcak bir gülümseme yayıldı. Bu aralar gülümsemesi yüzünden hiç eksik olmuyordu zaten. Hiç olmasındı. Terapileri de iyi gidiyordu, iyileşiyordu benim sevgilim.

"Hoşbuldum sevgilim." diye mırıldandı. Ardından yanıma geldi. "Hoşbuldum benim güzel güneşim." dedi her kelimenin üzerine bastıra bastıra.

Elindeki poşetleri aldım ve beraber mutfağa geçtik. Gözleri yeni yemek pişirdiğim ocağa kayınca, "Nohut pilav yaptım." diye mırıldandım. "Seversin diye."

"Senin yaptığın her şeyi severim." diye mırıldandı kollarını belime sarıp. "Ellerine sağlık Mahir'im." Boynuma minik bir öpücük bırakıp çekildi.

ama evlisin |gay| •bxb•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin