Merhabalar efendim, keyifler nasıl?
Bu defa nispeten daha kısa bir bölümle karşınızdayım.
İyi okumalar!
* * * * *
"Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar-..."
Artık duymaktan tiksindiğim robotik kadın sesiyle göz devirip aramayı sonlandırdım. Elim, boynumdaki künyenin zincirine giderken bakışlarımı tavana dikip öfkeli bir nefes verdim.
"Ulan Uraz.." diye söylendim, kendi kendime. "Ömrümü yedin, yine de doymadın amına koyayım."
Hafta sonumu fevkalade bir arsızlıkla Uraz'a ulaşmaya çalışmakla geçirmiştim. Fakat beyefendi iki gündür ne mesajlarıma cevap veriyor ne de zahmet edip aramalarıma geri dönüyordu. Hadi benim hiç hatırım yoktu, peki rahmetli Graham Bell'e ayıp değil miydi?
Bu gece rahat bir uyku çekmek istiyorsam bir an önce Uraz'la konuşup kendimi affetirmem ve üzerimdeki yükten kurtulmam gerekiyordu. Odamdaki yatağa uzanmış, elimde telefonla tavanı izleyerek kara kara düşünmenin hiçbir sike yaramayacağına kanaat getirebildiğimde, künyemin zincirini bırakıp yattığım yerde doğruldum.
Telefonumdan saate baktığımda 11'i geçtiğini görmüştüm. Bu da demek oluyordu ki Uraz, antrenmandan çıkıp çoktan eve varmış ve hatta yatmaya hazırlanıyor olmalıydı. Eğer hızlı davranırsam onu yatmadan yakalayabilirdim.
Üzerimdeki eşofmanı hızlıca çıkarıp lacivert kot pantolonumu giydim. Telefon, cüzdan ve anahtarımı da cebime attıktan sonra odadan çıkmadan önce gardırobumun kapağındaki boy aynasına şöyle bir bakıp saçlarımı gelişigüzel düzelttim. Ardından sessiz olmaya gayret ederek odadan çıktığım esnada annem de Sıla'nın odasından çıktığı için -ki odalarımız yan yanaydı- koridorda karşılaşmıştık.
Kestane- karamel arası renkteki saçlarını elindeki tokayla tepeden tutturmaya çalışırken "Sarp?" dedi, sorar gibi. "Oğlum nereye bu saatte?"
Omuzlarımı hafifçe kaldırıp indirirken "tuvalete" veya "mutfağa" gibi, üzeri bol tozlu pembe bir yalan söylemeyi düşündüysem de üzerimdeki kot pantolon beni ele veriyordu.
Şansımı fazla zorlamadan "Uraz'a gideceğim." dedim, dürüstçe. Bir yandan da dış kapıya doğru yürüyordum. Tabii annem de peşimden...
"Gece gece Uraz'a gitmek nereden icap etti? Ayrıca sabah erken kalkacaksın, okulun var."
Ayakkabılıktan aldığım spor ayakkabıları giyerken yanaklarımı sıkıntıyla şişirip "Biliyorum." diye mırıldandım. "Ama gitmem lazım."
"Günler torbaya mı girdi yavrucum, sabah okulda görüşürsünüz." Annemin bakışlarındaki sorgulayıcı ifade yerini bir anda endişeye bırakırken "Uraz'a bir şey mi oldu yoksa?" diye sordu.
"Olmadı." Vestiyere uzanıp elime aldığım montu hızlıca üzerime geçirdim. "Yani oldu da.. ama olmadı da... Önemli bir şey olmadı yani."
"Oğlum düzgünce anlatsana şunu! Oldu mu olmadı mı?!"
Derin bir iç çekip dudaklarımı ıslattım. Anneme tüm olayı baştan sona anlatmak bana hiçbir şey kazandırmayacağı gibi zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramayacaktı.
Ellerimi uzatıp annemin ellerini kavrarken "Canımın içi." diye mırıldandım, yumuşacık bir ses tonuyla. "Gerçekten önemli bir şey değil, sen merak etme. Hem söz veriyorum gelince her şeyi anlatacağım sana. Ama şimdi izin ver, çıkayım." Avuçlarımın arasındaki ellere birer öpücük kondurup tekrardan yalvaran gözlerle anneme baktım. "Lütfen."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ritalin (bxb)
General FictionSıradan bir kağıt bile en fazla yedi kez katlanıyor, sekizinciye izin vermiyordu. Ben ise bu günlere gelebilmek için o kadar çok şeye katlanmıştım ki, çevremdeki diğer her şeyin arasında ufacık kalmıştım. Bir kağıt kadar incelmiş fakat kimsenin parm...