Arada kalmış hissediyordum.
Gökçe benim tek ve en yakın arkadaşımdı. Üniversiteye başladığım günden beri bir oraya bir şuraya savrulurken her zaman benim yanımda olduğunu hissettirmişti ve şimdi de hissettirmek için bunları yaptığını biliyordum. Kötü bir niyeti olmadığını biliyordum.
Ama Emrin konusunda onunla zıtlaşacağımı da tahmin edebiliyordum.
Onun tek istediği beni böylesine üzen birinin bir daha hayatıma girip üzmesine izin vermememdi ancak kalbim bunun tam tersini söylüyordu. Emrin'e karşı hala içimde birtakım hisler barındırdığımı biliyordum ancak ona çok kırgındım. Beni düşürdüğü bu durum yüzünden ona kızgındım.
Sahil kenarında onunla konuştuğumuz o günden sonra bir daha onu görmemiştim. Sosyal medyasında da aktif değildi ve bana telefon yoluyla da ulaşmaya çalışmamıştı. Ona karşı zaten kırgın hissettiğim için iletişim çabasına ben de girmemiştim.
Sonuçta her şekilde bir açıklamaya ihtiyacı olan kişi bendim.
Onun okula gelmediği günlerde Gökçe'nin arkadaş grubu ile takılmış ve boş kalan zamanımda ise düşünmemek için ders çalışmıştım. İlk günlerde tüm arkadaşlarımın bana attığı bakışları kendi kafamda fazlasıyla anlamlandırmıştım ancak gün geçtikçe kendimi daha normal hissetmeye başlamıştım. Hiçbir şey bilmiyorlardı ve bir anda onları bir dramanın içine çekmişim gibi hissediyordum.
En azından Enes'i, Güney'i ve Onur'u. Üçü de Emrin'in hem benimle hem Gökçe'yle konuşmasına şahit olmuştu.
Gökçe'yle ortak almadığımız tek dersin amfisinden çıkarken saatin akşama yaklaşmasıyla yorgun bedenim "Uyku istiyorum!" diye çığlıklar atıyordu. Kitaplarımı çantama koymaya üşendiğim için elimde taşıyordum ve istediğim tek şey bir an önce yurda girip başımı yastığıma koymamdı.
Merdivenlerden indiğim anda kapısı açık olan malzeme odasından uzanan bir el, koluma yapışıp beni içeriye çektiğinde elimdekiler düşürmemek için ellerimi sıkmıştım. Saniyeler içinde içeriye girdiğimde ve ardımdan kapı kapandığında içerideki aydınlık da yok olmuştu. Tavana yakın bir köşede kalan küçük pencere sayesinde koridordaki aydınlatmalardan yansıyan loş ışık dışında etraf karanlıktı.
Kolumu sıkı sıkıya tutan bedenin kim olduğunu görmek için kafamı biraz kaldırdığımda kokusu burnuma ulaşmıştı. Gözlerim keskin çene hattıyla buluştuğunda başını eğdi ve gözleri gözlerime değdi. Kahveleri karanlığın içinde bir şekilde parlarken saçları onu geçen sefer gördüğüm gibi değildi.
Dudaklarımdan dökülen kelimelere engel olamadığımda "Saçlarını kestirmişsin." diye fısıldadım. Kısa saç kadar ona yakışan bir şey yoktu ve bunu ona defalarca kez söylemiştim.
Gözleri gözlerimin içine uzun uzun baktığında "Konuşmamız lazım." diye karşılık verdi. Kalbim sanki günlerdir bu anı beklemiyormuşum, bu anın gerçekleşeceğini bilmiyormuşum gibi hızla atmaya başladığında "Biliyorum." dedim.
Yutkunduğunda adem elması oynadı ve "O gün," diye mırıldandı. "Aptal şeyler söyledim."
Göğsüm aldığım nefesler ile kalkıp inerken "Özür dilerim." dedi. "Ne dediğimin farkında değildim."
"Biliyorum." diye mırıldandığımda bakışlarımı yere yönlendirdim. "Ama yine de beklediğim bir tepki değildi. Kırılmadığımı söylemek yalan olur."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ocean eyes
Dla nastolatkówyourbiggesthater: Senden nefret ediyorum yourbiggesthater: O okyanusları andıran kahvelerinden yourbiggesthater: Her gözümü kapadığımda o karanlığın içinde beliren simandan yourbiggesthater: Ama biliyor musun, en çok da kendimden nefret ediyorum yo...