Yine de Tamu'da gerçekleştirilecek bu görevde Belenbaz, kara manyaklının yoldaşı olma konusunda ısrar etti. Bunda biraz da önceden manyaklı bir şaman olma hevesinin rol oynadığını kabul edebilirdi. Tamu'da yaşayabileceği bir macera onun için her zaman öncelikliydi.
"Kafayı da öldürmektense ondan faydalanabiliriz," diye bildiren Kâşif, cehennemde geçirdiği yüzlerce seneden edindiği tecrübe ile aklındakileri diğerlerine anlatmaya koyuldu. Neticede ona hak verdiler ve serâvaz kafasını cehennemde bulabilirlerse onu öldürmeden buraya getireceklerdi.
Arindegâh'tan doğruca Tamu'ya eşik açmadılar. Bu da Kâşif'in saklanma yerini meraklı ve saldıran gözlerden korumak için aldıkları küçük bir önlemdi. O yüzden evvela acuna adım attılar.
Eflâtun, bu anı özel bir dikkatle izlemeye karar verdi. O da diğer bütün eski kamlar gibi eşik açmak için ritüel yapmak ve canlı iki ağacın önünde ateş yakmak zorundaydı. Eğer sadece gözlemleyerek bu gök pusatlılar gibi eşik açmayı başarabilirse kaçışlarında eskisi kadar zaman kaybetmezdi.
"Bana da öğretir misin?" Belenbaz'ın hareketlerinden hiçbir şey anlamamış, eşiği dua ve ritüel olmaksızın nasıl açabildiğini algılayamamıştı. Bu sorunun ilk kısmını dünyada sormuş, cehennemde ise sorusunu tamamlamıştı.
"Yalnızca gök pusatlılara." diye itiraz etti Belenbaz. Diğer iki pusatın hoca ve ustaları da böyleydi gerçi. Kendilerine has sırları asla diğer gruplarla paylaşmazdı. "Bize katılırsan seni çırağım yapabilirim ama." Yüzünde müstehzi mi flörtöz mü olduğu anlaşılmayan bir gülümseme belirdi. Belki o da en az Eflâtun kadar sıra dışı bir kişilikti.
Bu söylediğinin mümkün olmadığını bilen Eflâtun, genç şamana hiçbir şey demedi. O da yalnızca Belenbaz'ın gülümsemesini taklit edip yansıttı ve Tamu topraklarında yürümeye koyuldular. Bir yandan serâvazın bedensiz kafasını nerede bulabileceğine dair kafa patlatırken öte yandan da bu gök gözlü delikanlıyı yatağa nasıl atabileceğine dair kafasındaki tilkilerle sinsi bir muhabbete girişmişti.
"Şu taraftan," diye işaret etti. Ölmüş cehennemlik ruhları azap göreceği yerlere süren Tingüden'e rastlamamış olmaları bir şanstı. Ama onunla çok defa karşılaşan Eflâtun'un, bu kadim, belki canlılığın kendisinden bile daha kadim iyenin kokusunu ta buradan alıp onun bulunduğu yönün aksine yönelmelerini sağlaması daha büyük bir şanstı.
"Kafa hâlâ Tamu'daysa işimiz daha kolay," diye açıklamaya koyuldu kara manyaklı. Her ne kadar Belenbaz'ın çıraklık döneminde sık sık buraya girip çıktığını duymuşsa da onun cehenneme dair bildikleri külliyatın bir satırı kadar bile etmezdi. "Başıbozuk hale gelenler buraya azap ruhu olarak sürülür. Sadece hangi tarafta olduğunu bulmamız gerek."
"Bildiğim kadarıyla burası bizim dünyadan birkaç yüz kat daha büyük," diye başladı cehennemin zehirli toprağındaki yolculuğun henüz ilk saatlerindeyken. "Ve yüzlerce farklı kısımda bir o kadar bölüm var."
Tamu ile ilgili endişelenecekleri ilk şey buranın zehirli havasıydı. Manyaklı şamanlar zehirli havadan korunmanın birçok yolunu biliyorsa da diğer gruplar bu konuda onlar kadar bilgili değildi. Neyse ki Belenbaz, Eflâtun'un verdiği efsunlu içki sayesinde zehirlenme endişesi gütmüyordu.
Anlatmak istediği, cehennemdeki azap çektirme teknik ve birimlerinin çokluğu idi. İnsanın aklına gelen ve tarih boyunca uygulanmış birçok işkence yöntemi cehennemin en sıradan hizmetleri arasındaydı. Eflâtun bunu, genç şamana bir gösteriş yapma unsuru olarak kullanmaya karar verdi. Onun hikayesini elbette işitmişti. Belki bu yönünü gıdıklarsa onu tavlamaya bir adım yaklaşabilirdi.
"Burayı avucumun içi gibi bilirim paşam. Gövdesiz serâvaz kafalarını genelde Yog Körüt'e sürerler. Bakmaya oradan başlayalım." Anlattıklarını pür dikkat ve sanki hayranlıkla dinliyor gibiydi ya da Eflâtun öyle olmasını umuyordu. Ne de olsa gök pusatlılar tüm evreni adımlayabiliyor olsa da Erlik Hanlığı ile Uçmağ'a girmek öyle kolay işler değildi.
Yolculuğa devam ederken, Eflâtun her adımda hanlığın daha da karmaşık ve dehşet verici detaylarını anlatıyordu. "Yog Körüt," dedi, "Cehennemin en karanlık ve karmaşık yerlerinden biridir. Bir kere buraya girenin daha büyük azaplara razı olduğunu gördüm." Bahsedilen yer gerçekten de cehennemlik ruhların en derin korkularıyla işkence gördüğü bir yerdi. Buranın sakinleri, hayattayken onları yataktan sıçratarak uyandıran kabuslarını gerçekten yaşarlardı. Başkaca Tamu görevlisi ruh ve cinler gibi başıbozuk serâvaz kafaları da cehennemliğin zihnindeki kâbusları okur ve gerçeğe dönüştürürdü.
Belenbaz, Eflâtun'un anlattıklarını dikkatle dinliyordu. Manyaklının bilgi birikimi ve kendine olan güveni, onun üzerinde derin bir etki bırakmıştı. "Yog Körüt'te ne gibi tehlikelerle karşılaşabiliriz?" diye sordu, biraz da tedirginlikle. Göreve henüz tam manasıyla başlamamışlarken cehennemde ölmek istemezdi.
"Bilincinin en derin noktalarında gizlenmiş korkularını burada görmekten korkuyorsan için rahat olsun," diyerek ağzının sol tarafıyla gülümsedi ancak bu kıvrımı Belenbaz görmemişti.
Aslında bahsettiği şeyi kısacık bir süre yaşasalar ve genç şaman kendisini, koruyucu manyaklısının kucağına bırakıverse ne güzel olurdu. Yine de Erlik Hanlığı'nın dehşetengiz ormanlarında seks maceralarına girişmek Eflâtun'un fantezilerinin bile sınırlarını zorlayacak türden şeylerdi. Bunları aklından sadece bir saniye geçirip tarttıktan ve kararını verdikten sonra devam etti:
"Cehennemlikler burada halüsinasyon görmez. Korkularını gerçekten yaşarlar. Düşündeki şey her ne ise burada kısa süreliğine gerçekten yaratılıp cehennemliğin hücresine fiziksel olarak yerleştirilir. Döngüler halinde devam eden bu seansın nasıl sonlandığını ise bilmem. Umarım da ne diriyken ne öldükten sonra da asla öğrenmem."
Belenbaz, karşılaşacakları tehlikelerin ne kadar gerçek şeyler olduğunu böylece anlamıştı. Erlik Han'ın düşsel yaratıklarıyla fiziksel olarak karşılaşmak, cehennemin psikolojik işkencelerinden elbette daha kötü idi. Üstelik buraya eti ve kemiği ile giren diriler için.
Yolculuğun devamında, etrafta korkunç manzaralar belirmeye başladı. Yarı saydam ruhlar boş gözlerle onlara bakıyor, acı dolu çığlıklar kulağını tırmalıyordu. Gök pusatlı, bu manzara karşısında irkilse de Eflâtun'un kararlı duruşu ona da cesaret veriyordu.
"Neredeyse geldik," dedi Eflâtun, gözlerini ilerideki karanlığa dikerek. "Yog Körüt'ün girişine yaklaşıyoruz. Burada biçtiğim serâvazın kafasını bulmamız mümkün." En azından öyle umuyordu.
Diğer her şey gibi burada mesafe kavramı da değişkendi. Belenbaz, manyaklının işaret ettiği yere baktığında handiyse iki yüz metre ileride, etrafındaki karanlıktan daha yoğun bir karanlık gördü. Çıraklığında cehenneme gizlice girdiği ve kendine bir nam kazanmak için mühim bir olay kovaladığı günleri hatırladı. Başkası olsa bu hatıralar karşısında titrer, dehşetle yâd ederdi ancak Belenbaz, o basit günleri özlediğini hatırlayınca dudaklarında acı bir gülümseme belirdi.
Girişe vardıklarında, devasa, kara bir kapı karşıladı ikiliyi. Kapının üzerindeki semboller, eski ve karanlık bir büyünün izlerini taşıyordu. "Burası," dedi Eflâtun, kapıyı işaret ederek. "Şimdi dikkatli olmalıyız. İçeri girdikten sonra her adımımızı hesaplayarak atmalıyız."
"Başkasının kâbusuna dahil olursak," diye sözcük seçimlerinin doğruluğundan emin olamayarak sordu, "Ne yapacağız?"
"Korkma, ben seni koruyacağım." Sözlerinde son derece samimi ve ciddiydi ancak ikincil amacı onun içindeki romantik hisleri gıdıklayıp en azından ilerisi için Belenbaz'ı bu ihtimale hazırlamaktı. "Yine de Erlik'in düş yaratıklarından biri karşına aniden çıkarsa kılıcını kullanmaktan çekinme. Hanımız geçici süre için yaratılmış bu sirk oyuncularının biçilmesine kızmaz."
Eflatun, gençlik zamanlarında sık sık, şimdiyse sadece onu ilgilendiren zamanlarda Erlik'e dua ederdi. Bir manyaklının ondan 'hanım' diye bahsetmesine elbette şaşırmadı. Erlik de eşit tanrılar arasından bir tanesiydi ne de olsa. O yine de Ak Ana'dan ve Etigün'den yardım istemeye devam edecekti.
Bir gök pusatlı olmasından dolayı evrenin kendisiyle hemhal olan Ak Ana'ya hürmeti zaten sonsuzdu. Etigün'e ise, ayak bastığı tüm diyarların da acundan farksız olması dolayısıyla yüz sürerdi.
Kapıyı açtığında, karşılarında karmaşık ve labirent gibi bir alan belirdi. Duvarlar, zeminden tavana kadar uzanan dikenli sarmaşıklarla kaplıydı ve her adımda yankılanan çığlıklar kulaklarını delip geçiyor, ruha işliyordu. Eflâtun, genç şamana döndü ve kararlılıkla, "Başlayalım," dedi. "Umarım çok gecikmeden buluruz şu başıbozuğu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLÂTUN - BİR ŞAMAN ÖYKÜSÜ
FantasySelamlar. Yazdığım ilk roman olan Poe: Tanrıların Soyu adlı romanda yer alan bir karakterdi Eflâtun. O, cinlerle, ruh ve yaratıklarla savaşan bir şaman. Eşikardı denilen boyuttaki yoldaşı olan ayı ruhu ile başından geçen savaşları ve onun karanlık g...