14. Gün

37 18 1
                                    

Serâvazın diri kellesi, birkaç gün önce Samanyolu'nun ta öteki ucunda ölen bedeniyle birleşti. Kamlar türlü çeşit dualar okuyup birkaç kıvılcım tanesinden ibaret ruh süprüntüsünü bedene geri verdi ve bir asır önce yazılmış kitaptaki gibi seğiren beden aniden canlılık belirtileri gösterdi. Belenbaz ile Yolhan başta olmak üzere herkes, Gölge namıyla bilinen ayı görünümündeki yer-su iyesi bile ümitvar şekilde izliyordu olanı. Bu, benzeri pek az yapılan bir ritüeldi ne de olsa.

Deminden beri ağzından gün görmemiş küfürlerden başkası çıkmayan cehennem ruhu, boynunun altında bedenini tekrar hissedince sessizleşiverdi. Erlik Han'ın emirlerine uymaktan başka güdüsü olmadığı sanılan bu Tamu ajanı, bedenine tekrar kavuşmuş olmanın rahatlığını, huzurunu yaşıyor gibiydi. Bunu gözlerinde görünen belli belirsiz sevinç ışıltısından almış olmalıydılar.

"Öt bakalım!" Eflâtun son derece sert ve emirber bir sesle ve öfkeli olduğu anlaşılan bir tonda bağırmıştı. Diğerlerini bilmiyordu ancak o, bu cehennem dölüne hiçbir şekilde sempati beslemezdi.

"Peşinde kimlerin olduğunu biliyorsun," diye 'ötmeye' başlayan serâvaz, yatırıldığı yerden kalkıp yurduna dönmek için niyet etti ama bedenindeki ruh parçası ona bu kadarcık gücü bile sağlayamıyordu. "Ondan kaçışın uzun sürmez, illa ki sen de katılacaksın sürüye. Erlik Han'ımızdan yardım dilenmen bile kurtarmaz seni." Şimdiki olayla değil, başka diyara düşüşünden önce kovaladığı olayla ilgili konuştuğunu anlayan Eflâtun, kısık ama metalik bir sesle büyü okudu, serâvaz daha o anda dudakları mühürlenmiş gibi susuverdi. Eflâtun, buradakilerin o olay hakkında cahil kalmasını tercih ediyordu. En azından şimdilik.

"Bedeninin düştüğü toprakları anlat." Bu seferki emir Gölge'den gelince serâvaz, cehennemdeki komutanlarından azar işitmiş gibi titredi yattığı yerde. Doğanın bizzat kendisi olan bu varlıklardan üç diyarda da hem korkulurdu hem saygı duyulurdu onlara.

Serâvaz, Gölge'nin buyruğu karşısında titreyen bir sesle anlatmaya başladı: "Düştüğüm topraklar... sonsuz bir boşluk gibi. Kara taşlarla dolu, ne bir insan ne de bir hayvan. Yalnızca ağaçlar, sarmaşıklar, yalnızca doğa ve onlar var. Havası keskin ve yakıcı. Adı yok bu yerin. Sadece acı ve yalnızlık var." Konuştukça yüzü daha da solgunlaştı, gözlerindeki sevinç ışığı tamamen sönmüştü.

"Onlar?" diye soran Kâşif, bir tanesinin Tüzarbak olduğunu tahmin ediyordu. Diğeri ise geçidi açmalarının bir an evvelinde ortaya çıkan ve Gölge'nin 'Tüzarbak'tan beter' diye mimlediği varlık olsa gerekti.

Bedenini kıpırdatıp bu odadan kaçma niyeti sergileyen ruh, bunu yapamayacağını anlayınca devam etti: "Kalanları süpürmesen benim ruhumun parçalarının da besleyeceği bir şey. Acun'dan da Tamu'dan da yabancı. Hatta sanıyorum Ucmağ'dan da." Bu, serâvazın bambaşka bir diyarda öldüğünü idrak edemediği anlamına gelebilirdi. Yine de devam etti.

"Tek bildiğim, oradaki bedensiz ruhları Tüzarbak dediğinizin güttüğü. Efendisi bunu istiyor, o da itaat ediyor. Lâkin daha fazlasını bilmiyorum," deyip soluklanmaya koyuldu. İhtiyar bir sigara müptelası gibi soluk alıp vermesinin nedeni, bedenine geri gelen ruh kırıntılarının pek de bir işe yaramamış olmasıydı. Zira son sözlerinin ardından birkaç nefes daha alıp tekrar öldü. Ancak bu sefer tek ölen kısmı bedeni değildi. Kellesi de bu sefer kesin biçimde ölmüştü ve hiçbir ritüel onları tekrar diriltemezdi.

"Al sana yeni bir gizem," diye köpüren Kâşif, en mühim sorunun cevapsız kalmış olmasına da ayrıca öfkelenmişti. "Bir tanesi yetmiyordu sanki."

"Yine de işimize yarayabilecek şeyler öğrendik," dedi Fatih. Tüzarbak'ın tek ve asıl düşman olmadığını öğrendik, o bile yeter."

Bu konu ve daha fazlası tartışmaya açıktı. Gece ve gün boyu tartıştılar da. Birkaç şey hususunda emindiler. O dünyanın tamamen ölmüş olması, bir şeyin ya da birisinin, o ruhları kullanarak bazı işlere giriştiği. Ve elbette asıl amaçları, her kim olursa olsun ve ne yapıyorsa yapsınlar, onlara dünyanın eşiğini sonsuza dek kapatmalıydılar.

EFLÂTUN - BİR ŞAMAN ÖYKÜSÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin