"Çalıştığımız konuda kendinden eminsin değil mi?" Tüzarbak'ın diyarına geçişlerinin üzerinden neredeyse bir saat geçmiş, yürüyerek hayli yol kat etmişlerdi. Kâşif artık bu diyarın yapısını iyice bellediği için belirsiz herhangi bir yere değil doğrudan Eflâtun'nun canını kurtardığı noktaya eşik açmıştı. En azından aradıklarını buradan başlarlarsa daha kolay bulacaklarını düşünmüşlerdi.
"Merak etme," diye yanıtlayıp göz kırptı. Korudukları gizlilik öylesine mühimdi ki Tüzarbak'ın yakın çevrede olmadığını bilseler bile bu konuda açıkça konuşmamaları gerekiyordu.
Pembe gezegenin aynı renkli ışığı altında, dünyadakilerden çok farklı bitki, toprak ve ot örtüsü üzerinde devam ettiler. Önlerinden akıp giden dikitlerin bir zamanlar bina, gökdelen ya da ona benzer yapılar olduğunu tahmin ediyorlardı. Buradaki bilinçli yaşam tamamen yok olmuş olsa bir arkeolog merakıyla bu dünyayı keşfetmeye zaman ayırır, yabancı bir medeniyetin kıyamet sürecini anlamak isterdi.
Kâşif, sağ elinin işaret parmağını dudağına götürerek gezegenin ipek kadar ince ve yumuşak kızıl çimleri hakkında konuşan Eflâtun'u susturdu.
"Bu ses tanıdık geliyor mu?" diye sordu sonra aynı parmağıyla ilerideki bir noktayı havadan işaret ederek. Pür dikkat kesin Eflâtun, Kâşif'in neyi kast ettiğini anlayınca sesi de duymuştu. Tok gürültülü kanat sesleri arasına karışan düzenli metalik kanat sesi.
"Başlıyoruz demek. Haydi rast gele!" deyip sese yöneldiler. Eflâtun'un pek stres altında olduğu söylenemezdi. Dışarıdan gözlemleyen birisi Kâşif için de aynısını söyleyebilirdi ancak o bastırmak için fazlasıyla zorlandığı bir baskı altında hissediyordu kendini. Ya planlarını istemeden de olsa ele verirse? Ya Acun'un da bu kıyamet sahnesine dönmesine aracılık ederse?
Son birkaç dakikadır koştukları arazide, Eflâtun ve Kâşif'in kulağına ulaşan kanat sesleri gittikçe belirginleşiyordu. Her adımda daha da yaklaşan bu ses, onları Tüzarbak'ın yakınına götüren bir yol gibiydi.
Kim bilir kaç adım sonra çevredeki yosun, sarmaşık ve ağaçlarca işgal edilmiş binlerce yıllık eserlerin aksine daha yeni ve sağlam görünen bir yapıyla karşılaştılar. Kanat seslerinin kaynağı burası olmalıydı.
Nispeten yeni bir yapı olsa da yüzlerce yıllık yaşanmışlığı mimarisinde barındırıyor gibi duran eserin, Tüzarbak'ın karargâhı yahut ikamet alanı olduğunu düşündüler.
Yapının yüksek, sivri kuleleri göğe uzanıyor, devasa kapıları ise sanki geçmişin büyük medeniyetlerine açılan bir geçidi andırıyordu. Duvarlar, üzerlerine işlenmiş karmaşık semboller ve desenlerle doluydu. Bu sembollerin, Tüzarbak'ın üstünü örten örtüdekilerle benzeştiğini anlayan Eflâtun, anlamlarını gerçekten merak etti.
Bu semboller Tüzarbak'ın diyarının kıyamet tarihine dair ipuçları veriyor olabilir miydi? Dünyanın sakinlerinin neden yok olduğunu ve ruhlarının binlerce yıl sonra bile neden melankolik uğultular ile ağladığını açıklıyor olabilir miydi? Eflâtun başarabilirse bunu öğrenecek, Tüzarbak'ı onu aksine inandirarak sorgulamaya çalışacaktı. Bunu Tamu ve Eşikardı'ndan binlerce kes yapmışlığı vardı.
Yapının hemen önünde geniş bir avlu görünüyordu. Kendilerinin Tüzarbak tarafından görüldüğünü var sayarak sakin ve emin adımlarla avlu kapısına yöneldiler. Zira o da kapalı olmayan kapıların ardındaki alanda, tıpkı dünyada yaptığı gibi havada süzülür halde kanat çırpmakla meşguldü. Umuyorlardı ki onları bekliyor olmasın, umuyorlardı ki savaş meditasyonu halinde olmasın.
Eflâtun ve Kâşif, temkinli adımlarla avluya girdiler. Yaklaştıklarında içerinde zayıf bir ışık sızdığını da görmüş olmuşlardı. Bu ışık, çevredeki karanlık atmosferle tezat oluşturuyor, onları içeriye davet ediyordu. Tüzarbak ise başından beri şamanları pençesine alan önyargı kafesinin dışından bakabilirler, ruhani bir güzellikle ışıldadığını görürlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLÂTUN - BİR ŞAMAN ÖYKÜSÜ
FantasySelamlar. Yazdığım ilk roman olan Poe: Tanrıların Soyu adlı romanda yer alan bir karakterdi Eflâtun. O, cinlerle, ruh ve yaratıklarla savaşan bir şaman. Eşikardı denilen boyuttaki yoldaşı olan ayı ruhu ile başından geçen savaşları ve onun karanlık g...