Planladıkları üzere ilk hedef serâvaz cesedini bulmak ve verdikleri sözü tutarak Tüzarbak'ın dünyasını bu cesetten temizlemekti. Sonrasında herhangi bir problemle karşılaşmazlarsa cesetle birlikte hiç vakit kaybetmeden dünyaya döneceklerdi.
Bir zamanlar Tamu'nun ajanlığını yapan serâvazın cesedini hâlâ yaşamakta olan kafasıyla birleştirip ölü bedenin burada deneyimlediği anıları dinleyerek olabildiğince fazla bilgi edinmek istiyorlardı. Böylece dünya için potansiyel bir tehdit barındıran Tüzarbak'ı kendilerinden uzak tutmanın yollarını öğrenebilir, en azından arayabilirlerdi.
"Seni bulduğumuz yere yakın bir noktada olmamız gerek," diye bildirdi Kâşif, olabildiğince kısık bir sesle. Çevreden duyulan uğultuların, bu diyarın ölmüş sakinlerine ait olduğunu Gölge sayesinde biliyorlardı. "Tüzarbak cesede hiç dokunmamış ise hâlâ aynı yerinde olmalı."
"Burada ne olmuş?" Merakına yenik düşüp doğruca Gölge'ye soran kişi Yolhan olmuştu. Zira çevrede binlerce ruhun uğultusundan, artık tamamen yıkılıp doğaya karışmış dayanıksız yapılardan ya da üzeri tamamıyla doğal sarmaşık, bitki ve ağaçlarca işgal edilmiş daha dayanıklı eserlerden başka bir şey yoktu. "Sanki kıyamet kopmuş gibi." Gölge bu soruya açık bir sesle cevap vermedi.
"Bir felaket yaşandığı açık," diye cevap verdi Eflâtun, ikizim dediği yer-su iyesi yerine. Ancak Gölge bile henüz anlamış değil neler olduğunu. Her ne olmuşsa binlerce yıl evvel yaşanmış."
"Ruhların zararsız olması büyük şans," diye devam etti hikâyeden etkilenmişe benzeyen Belenbaz. "Bu kadar çok ruhla savaşmak imkânsız olurdu." Gerçekten de dünyadaki ruh taifesi bazen cinlerden bile bezdirici olabiliyordu.
"İşimize odaklanalım." Bu defa Kaşif girdi konuşmaya. Bir an önce cesedi bulup burayı terk etmek en iyisi." Yine de serâvazdan bilgi alamama ihtimallerine karşı şimdiki yolculukta olabildiğince şey gözlemleyip öğrenmeye çalışıyorlardı.
"Buralarda bir yerde. İyice yakınlaşması olmamız lazım." Serâvaz cesedi, Gölge'nin hissedebileceği kadar yakındaysa az bir zamanları kalmış demekti. Öyle de oldu.
Dünya saatine göre on beş dakikaya varmadan birkaç gece önce Eflâtun'un ve ardındaki Tamu ajanının kaza eseri düştüğü noktaya varmışlardı. İşin garibi serâvaz cesedine yaklaşmak, çevredeki ruhların varlığını da önemli ölçüde azaltmış gibi görünüyordu. Birkaç yüz metre geride adım başı onar on beşer ruhun iniltileri hissediliyorken şimdi bu yabancı dünyanın gerçek sesini işitebiliyorlardı.
"Orada!" Yolhan'ın işaret ettiği tarafa yöneldiler. Birkaç on adım sonra gerçekten de serâvaz ruhunun cesedini bulmuşlardı.
Tek bir kelime bile etmediler. Çevrede, sırtında onlarca kanat taşıyan göksel varlığı görmemiş olmaları iyiydi. Böylece acilen dünyaya geçebilirlerdi.
"Belenbaz, hemen bir gök eşik açın," diye talimat verdi Fatih. Bu sırada cesedin dibine kadar girmiş, onu paketleyecekleri torbayı da Eflâtun'dan istemişti. "O gelmeden cesedi alıp gidin. Cesedin ruhsal kalıntıları da kazınmalı."
Tüzarbak'ın 'dünyamı pisliğinizden arındırın' isteği sadece karkasın alınmasından ibaret değildi Yolhan'ın anlattıklarına göre. Öldükten sonra yok olan ruhtan kalan bazı ruh kırıntılarının da temizlenmesi gerektiği çıkarımını yapmışlardı bundan.
Ağabeyinin talimatını ikiletmeden yapmaya başlamıştı ki Belenbaz'ın eşik açması için diğer kamlar gibi ateş yakmasına bile gerek yoktu. Bir adım atıp eşiği zihninde canlandırması kâfi idi.
Eşik açıldıktan sonra Belenbaz ve Yolhan, serâvaz cesediyle birlikte dünyaya geri döndü. Telepatik yalan konusunda oldukça iyi olan Eflâtun ve Fatih ile bu konuda henüz yeni olan Kâşif ise geride kaldılar. Gölge'nin bu tür insanca problemleri yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLÂTUN - BİR ŞAMAN ÖYKÜSÜ
FantasySelamlar. Yazdığım ilk roman olan Poe: Tanrıların Soyu adlı romanda yer alan bir karakterdi Eflâtun. O, cinlerle, ruh ve yaratıklarla savaşan bir şaman. Eşikardı denilen boyuttaki yoldaşı olan ayı ruhu ile başından geçen savaşları ve onun karanlık g...