Eflâtun, Kâşif'in içsel mücadelesini ve yavaş yavaş ayıya teslim oluşunu izlerken, "Harika gidiyorsun," diyerek onu cesaretlendirdi. Birbirlerinden hoşlanmıyor olmaları iş birliği yaptıkları sırada da soğuk ya da düşmanca davranmalarını gerektirmiyordu. Aksine hem Kâşif hem Eflâtun, bu yalan söyleme dersi süresince birbirlerine gittikçe ısınıyordu. "Şimdi ona bir yalan söyle. Zihninde bu yalanı sözcük, imge ve düşünce kalıpları ile oluştur ve bunu olabildiğince inanarak yap. Kendi yalanına inanman işin en önemli noktası."
Sadece kelimelerle söylenen yalanlar kolaydı. Yüzüne birkaç inandırıcı ifade oturtursun, sesindeki gerekli duygu tonlamalarını ayarlarsın, gerisi karşındakine kalmıştır. Ancak bunu telepatik iletişimde yapmak, işte bu gerçek bir yetenek gerektirir.
Kâşif, zihninde basit bir yalan oluşturdu: "Eflâtun şu anda bu odada değil." Bu yalanı ayıya ilettiğinde, ayının gözlerindeki tepkiyi hissedebiliyordu. Gölge, böylesine bariz bir yalanı, inandırıcı olsa bile kabul etmezdi. Eflatun, daha inandırıcı bir yalan düşünmesi için araya girdiğinde yeni bir şeyler düşünmek için birkaç saniye durakladı. Yeni yalanını beyninde oluşturduğunda Gölge gerçeklikle yalan arasındaki farkı yine anlamıştı ancak bu defa az evvelki kadar bariz bir şekilde değil.
"Güzel denemeydi ama buna çocuklar bile inanmaz," diye müdahale etmeden duramayan Eflâtun, birkaç örnek yalan söyleyerek zihinsel yalanın inceliklerini anlatmaya başladı. Bu sadece Gölge'nin verebileceği bir ders değildi.
Saatlerce süren pratik ve zihinsel egzersizler sonunda, Kâşif telepatik yalan söyleme konusunda kayda değer bir ilerleme kaydetmişti. Bu sürecin sonunda Eflâtun, "Bence yeterince hazırlandın," dedi. "Son bir kez daha deneyelim. Bu defa Gölge'yi tam anlamıyla kandırmayı başarabilirsen ne âlâ."
"Öldürülmekten korkmuyorum," diye bir düşünce seli geçirdi aklından. Hemen ardından bu düşünceyi görselleştirerek yarattığı imgeleri gözlerinin önüne getirdi. Bu imgeler, cehennemin kara güneşi, adi cepkenli birkaç şaman, özellikle Yerbüker'in sert ve çakmak çakmak bakışları ve bölgün kısmını kurtaracağı sırada cehennemde işkence edilirken gördüğü, çarpıklaşıp ıstırap ile başkalaşmış olan kendi ruhuydu.
"Şimdi, Tüzarbak'ın dünyasına gitme sırası geldi," diyerek zihinsel yalan sınavını geçtiğini belirten Eflâtun, devam etti. "Orada, öğrendiklerini uygulamamıza gerek kalmayacağını umalım."
Kâşif, kendinden daha emin bir şekilde Eflâtun'a baktı ve başını salladı. İkisi, Eşikardı'ndan ayrılmak ve bu zorlu göreve başlamak için hazırlıkları tamamlarken, içlerinde bir umut belirmişti. Bu yolculuk, sadece Tüzarbak'ın dünyasının kaderini değil, kendi dünyalarının da kaderini belirleyecekti.
Doğruca Tüzarbak'ın dünyasına geçmediler elbette. Telepatik yalan söyleme dersi sürecin sadece ilk adımıydı. Bu, tehlikeye atılabilecek spontane savaşlara, değerli büyülü malzemesi için avlanacak bir cinin peşine düşmeye benzeyen görevlerden biri değildi.
Eşikardı'nda, Eflâtun'un mekânındaki iş bitince kara manyaklı şamanın ikizim dediği ayı donundaki yer-su iyesiyle olan ilişkisini gıptayla izledi Kâşif. Daha önce ne Belenbaz'dan ne şamanların dünyasına adım attığı ilk zamanlarda kendisine rehberlik eden manyaklı şaman Kabresığmaz'dan böyle bir şey işitmişti. Yine de merakına yenik düşerek sormak istedi:
"İsteyen herkesin," diye başladı sorusuna ancak devamını nasıl getireceğinden emin olamayarak aklına gelen ilk şekilde sormaya karar verdi. "Seninki gibi, Gölge gibi bir ikizi olabiliyor mu?" Bunu ta Eflâtun ruhunun bir parçasının Gölge'de yaşadığını söylediğinde merak etmiş, sormak için uygun zamanın gelmesini beklemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLÂTUN - BİR ŞAMAN ÖYKÜSÜ
FantasySelamlar. Yazdığım ilk roman olan Poe: Tanrıların Soyu adlı romanda yer alan bir karakterdi Eflâtun. O, cinlerle, ruh ve yaratıklarla savaşan bir şaman. Eşikardı denilen boyuttaki yoldaşı olan ayı ruhu ile başından geçen savaşları ve onun karanlık g...