8. Gün

34 19 1
                                    

Genç gök pusatlının yüzünün kızarması utançtan mı kaynaklanıyordu cehennemin zehirli ve elbette yangın havasından mı, onu sadece kendisi bilirdi. Ancak Eflâtun'un kutusuna olan merakı, boşuna yapılacak bir randevuyu kabul ettirecek kadar yoğun muydu onu bilemiyordu işte.

Kara manyaklıların türlü çeşit sırları ve yöntemleri olduğunu biliyordu. Kim bilir koca cehennem bekçisinin yollarından çekilmesini sağlayacak nasıl bir tehdit vardı o kutuda? Bunu çok fazla kurcalarsa hiç istemediği, hiç ilgisini çekmeyen ve asla Eflâtun'un umduğu şekilde bitmeyecek bir randevuyu bile kabul edebilirdi. Önündeki problemlere odaklanarak içinde bulundukları ana dönmeye yoğunlaştı.

Fizikî karanlığın içinden peyda olan Yog Körüt bekçisi, Belenbaz'ın anlam veremediği bir şekilde geri çekilip üstüne bir de serâvazın gerçekten de buralarda olduğunu haber vermesinden sonra labirent yolları arasındaki yürüyüş bir süre daha devam etti.

Cehennem, Tamu, Erlik Hanlığı, yeraltı dünyası... Adına her ne denirse densin, buradaki zamanı ancak bu gibi belirtisiz zaman zarfları ile anlatabilirdi. Belki geçirdikleri zamanı nefes alıp verme sayısına göre hesap etse çok daha isabetli olurdu ki Tamu diyarındaki bu stresli yolculukta alıp verdiği nefes sayısı bile normaldekinden çok daha fazla oluyordu.

Cehennemdeki belki binlerce farklı işkence bölgesinden biri olan bu labirentin korku, çığlık, pişmanlık sözleri, yakarış ve küfür ile yankılanan sokaklarındaki yolculuğun en azından bu kısmındaki sonuna geldiklerini müjdeleyen Eflâtun, biraz ilerideki işkence temsilini izlemeye başladı.

Otuzlarının son deminde gösteren pala bıyıklı, bıçkın yapılı bir adamın kâbusu idi bu. Kısa süre sonra aradığı serâvazın bu kâbusun bir aktörü olduğunu anladı. Bedenini biçtiği başıbozuk, zamanın isyancılarından olup uzunca süre kaçak yaşayan bir kabadayının, yaşarken düşünde sık sık gördüğü gibi kesilen başını temsil ediyordu.

"O olduğundan emin misin?" diye sordu Belenbaz yine de. O da bu tiyatroyu korku ve ilgi karışımı duygularla izliyordu. Korkuyordu, bunun sebepleri arasında uzun zaman sonra yine cehennemde fiziksel olarak bulunuyor olması vardı elbette. Bir de herkes boynunun vurulmasından korkardı zaten. Ama son raddeye gelmişlerken bu kâbusun bir öznesi olmaya niyeti yoktu. Eflâtun'un efsunlu içkisine güvenerek cehennemin zehirli havasından derin bir nefes çekip korkusunu bastırmaya çalıştı.

"Evet o olduğuna eminim. Daha öncesinde başı ve gövdesi birken de görmüştüm," diye yanıtladı Eflâtun. "Sen hazır mısın?" Birazdan cehennemin ortasında kopacak kavgayı kast ediyordu elbette.

Belenbaz kınındaki kılıcı okşadı. Başını bir kez eğdi ve manyaklıyı onayladı. Eflâtun da kendi silahını kuşanmıştı.

"İşaretimle saldırıyoruz," diye bir talimat daha verdi. Başıbozuk bir serâvazın kafasını derdest etmek zordu. Erlik Han'ın emriyle cehennemin kuytu bir köşesine sürülüp sonsuz bir döngünün içindeki rolünü oynamak zorunda olan bir başıbozuğu boyunduruk altına almak çok daha zor olacaktı.

Namütenahi devam edecek olan kâbusun ortasına daldılar. Eflâtun kendisinden son derece emin şekilde hareket ederken Belenbaz her an bir yerden cehennem bekçisi çıkıp kendilerini yakalayacak, Erlik Han'ın huzuruna çıkarıp Tamu'nun düzenini bozmak suçuyla suçlayacaklarmış gibi hissediyordu. Gerçi bundan birkaç gün önceki amacı da yargılanmak dışında tam olarak buydu. Tanrı Erlik ile bizzat görüşmek. Ama ondan randevu almak öyle kolayca halledilecek bir şey değildi işte.

Öyle olmadı ancak güçlü bir muhalefetle karşılaştılar. Sadece serâvaz ve kâbusun diğer figürleri değil, işkencesini çekmekte olan ruhun bizzat kendisi de katılmıştı tozu dumana katan bu çarpışmaya. Belli ki zamanında İstanbul sokaklarını korkuyla inletmiş bu kaldırım ağası en az cehennem yerlileri kadar güçlü çarpışıyordu.

Belenbaz'ın kılıcına çıplak elleriyle karşı koyuyor, artık onun için de son derece zararlı olan demir kılıç eski bitirimin ellerine değdiği yerden kor alev avuçlamışçasına duman yükseliyordu. Buna rağmen korkup geri çekilmeyen bitirim, aksine daha bir hırsla saldırıyordu şamana.

"Ne yapacağım?" Eflâtun'a akıl danışmasının sebebi, serâvazı bir amaç uğruna yakalamak istemelerine rağmen bu günahkâra müdahale etmenin zinhar yasak olmasıydı.

"Ölme yeter," diyebildi Eflâtun da. Bunca zaman Tamu'ya girip çıkan, belki yüzlerce kez cehennem yerlileri ile çarpışan kara kam, ilk defa cezasını çekmekte olan bir ruhun karşı koyduğunu, daha doğrusu kendi cezasından sıyrılıp olaya dahil olduğunu görüyordu.

"Hiç niyetim yok," deyip kılıç sallamaya devam eden Belenbaz, tam kılıcını kabadayının iyice yanık kokmaya başlayan ellerinden kurtarıp ona gerçekten zarar verebileceği bir hamle yapmak üzereydi ki bir anda duruverdi. Hareketine devam etse kılıcı cehennemliği kesecek ve yapmaması gereken şeyi yapmış olacaktı. Günahkâr, hareketsiz durduğu yerde şamanın gözlerine baktı:

"Ne olursun uçur kellemi," dedi minnet ve beklentiyle. "Beni yok et!"

Belenbaz, cehennemliğin yalvarışı karşısında bir an duraksadı. Kılıcı, titreyen ellerinden neredeyse kayacak gibi olmuştu. Cehennemlik, gözlerinde pişmanlık ve çaresizlikle bakarken, genç şaman bir an için ona acıdı. Ancak, bu nasıl olabilirdi? Bildiği kadarıyla burada cezasını çeken ruhların öz farkındalığı olmaz, sadece kendi vicdanına odaklanırlardı.

Elbette Belenbaz biliyordu ki Erlik yasaları sertti ve buradaki herhangi bir ruhun cezasını yarıda kesmek, onların işini daha da zorlaştıracaktı. Yine de merakına yenik düştü ve adama nasıl olup da cehennemde sonsuz işkencesini çekmekte olduğunun farkında olduğunu sordu. Bir an için Eflâtun'un bile etrafını sarmış üç cehennem yerlisiyle savaşmayı boş verip onlara odaklandığını sandı.

"Buradan kurtulmanın yegâne yolunun yok edilmek olduğunu biliyorum," diye cevapladı. "Ne olursun kurtar beni bu azaptan!" Belenbaz bir an için kılıcını adamın boynuna indirse neler olacağını hayal etti.

"Sakın ha!" Eflâtun, gök pusatlının içinden geçirdiklerini duymuş gibi cevaplamıştı ancak o uyarmasa bile Belenbaz biliyordu bu eski kabadayıyı yok etmemesi gerektiğini. Her ne kadar içinde bir yerde bu adama acımış ve onun isteğini kabul etmek istemiş olsa da bunun sonuçlarının kendi açısından çok fena olacağını çok iyi biliyordu.

En iyisi, hâlâ ağlayış ve inlemeler eşliğinde yalvararak demir kılıçla yok edilmek isteyen günahkârı görmezden gelmekti ki Eflâtun, üç kişiyle boğuşurken düşünmek için hiç zamanı yoktu.

Onu köşede terk ederek kılıcını olanca gücüyle savurduğu halde Eflatun'u çevreleyen serâvaz ve Tamu ruhlarına daldı. Bir tanesinin kellesini tek hamlede koparmış, onu varlık âleminden silmişti bile. Demir kılıçla kesilen cin artık hiç olmamış gibiydi.

Serâvaz kafası da temsil gereği omuzlarına konduğu kukla bedeni kontrol ettirerek savaşmaya çalışıyordu. Belki geçici, düşük kalite bir beden olduğu için belki de kendi bedeninde ayrı düştüğünden beri çıldırdığı için doğru düzgün dövüşemeyen serâvaz, yalnızca umutsuz yumruklar sallayıp deli gibi boğuşmaktan başka bir şey yapamıyordu. Ancak diğer cin, bir yandan tehditler savurup bir yandan da dövüşüyordu. Yine de bu iki şamana karşı neredeyse hiç şansı yoktu.

Uzunca bir dövüşün ardından ikinci cin de yok edilmişken Eflâtun, birkaç adım geri çekilip sağlam bir yüksek tekme atarak serâvazı eğreti bedeninden ayırdı. Geçici bedeninden kopan kelle ise doğruca Belenbaz'ın kucağına düşmüştü.

Hiç vakit kaybetmeyen Eflâtun, sırt çantasından deri bir torba çıkarıp gök pusatlının yanına vardı. Bu torba da elbette çeşitli efsunlar barındırıyordu. Serâvaz kellesini torbanın içine koymasını istediğinde bunu yapmadan önce bir an serâvaz ile göz göze geldi. Işıltısını iyice kaybetmiş gözlerde tek gördüğü şey delilikti.

Saçlarından tuttuğu kelleyi torbaya bıraktı. Eflâtun torbanın bağını sıkıca bağladı. Şimdi sadece Belenbaz'ın o eşsiz yeteneği ile hemencecik bir eşik açıp dünyaya dönmeleri gerekiyordu.

BAZI TERİM VE SÖZCÜKLER:

Namütenahi: "Namütenahi" Türkçe bir kelimedir ve "sonsuz" veya "uçsuz bucaksız" anlamına gelir. Arapça kökenli olan bu kelime, genellikle bir şeyin sonu olmadığını, sınırsız olduğunu ifade etmek için kullanılır.

EFLÂTUN - BİR ŞAMAN ÖYKÜSÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin