Bölüm 16

370 11 0
                                    


Herkesi arkamda bırakıp gitmenin korkaklıktan başka bir izahı olamazdı.

Evet, korkaktım, sevdiğim kadına birşey olacak korkusuyla gitmiştim.

Herşeyi düzelttiğim gün geri dönecek, kalbindeki hasarı onaracaktım.

Bu sefer daha zor olacaktı, çünkü çocukken yaptığım bir hata değildi, söylediğim sözler ağırdı, ama o cümleleri kurarken benimde canım yanmıştı.

Hayat gidene de zordur, gitmekten başka çaresi olmayan insanlar, arkalarını dönüp attıkları her adımda ayaklarının altında kor ateş varmış gibi yanarlar.

Hayat zor değildir aslında, insanlar zordur, kötülüğü kendine mesken tutanlar kimseyi umursamazlar.

Ben kendimi savunmasız bıraktım, alacağım darbeleri hesaba katmadım, sonucunda ödediğim bedelin bütün sorumlusu bendim.

Güvenmeyecektim, inanmayacaktım, bazı insanlar gerçek hislerini gizlemekte ustadırlar, Derin'de onlardan biriydi.Ben görecektim, gerçeği görecektim.

"Biraz dinlensen iyi olur kardeşim," dedi Tayfun.

Günlerdir onun evinde kalıyordum. İstanbul'a gelir gelmez Derin'le aramdaki bütün bağı kesmiştim. Şaşırtıcı bir şekilde beni bulmaya çalışmıyordu. Geleli bir kez bile aramamıştı. Onu evine bıraktığım gün tek bir şey söylemişti bana.

"Artık aramızda hiçbir engel kalmadığına göre, bana geri döneceğin günü iple çekiyorum."

Zaten bütün istediği tam olarak buydu, benim başka birini sevmem gururuna dokunmuştu. Bana aşık olduğunu düşünmüyorum, Derin sadece yenilgiyi kabul etmemişti ve beni Sultan'la ayırdığında bütün mesele kapanmıştı.

Yıllardır beni sevdiğini düşündüğüm kadın aslında beni hiç sevmemişti, benim ona olan sevgimden hoşlanmış, ondan başkasının o sevgiyi tatmasını istememişti.

"İstanbul'a geleli kaç gün oldu, daha Soner hakkında en ufak bir şey bulamadık," dedim geriye yaslanarak. Sırtım felaket ağrıyordu. "Uyuyarak vakit kaybetmek istemiyorum. "

Tayfun elindeki kupayı orta sehpaya bıraktı.

"Elbet bir açığı vardır," dedi teselli edercesine. "Bulacağız."

Tayfun benim mahalleden arkadaşımdı, bu konularda ona güveniyordum, profesyonel bir hacker'dı.

"Bu kadar acı çekeceğine gerçeği polise anlatmak daha mantıklı değil miydi?" diye sordu.

Bunları düşünmemiş olabilme ihtimali var mıydı? Tabikide hayır, en ince ayrıntısına kadar düşünmüştüm.

"Risk almak istemedim," dediğimde kahvesinden bir yudum içti.

"Belkide sadece blöf yapıyordur, olamaz mı?"

"Olabilir," dedim boğuk bir sesle. "Yinede tam anlamıyla emin olamazdım."

Tayfun anlayışla gülümsedi.

"İçini ferah tut, elbet birşeyler bulacağız."

Tayfun elindeki kupayı tekrardan orta sehpaya bırakıp diz üstü bilgisayarını eline aldı.

Balıkesir'den ayrıldığım günden beri Osman'la sürekli temas halindeydim. Her aradığımda Sultan'ın iyi olduğunu söylüyordu.

2 Hafta Sonra

Uçurumun kenarındayım, buraya nasıl geldiğim hakkında hiçbir fikrim yok. Yere doğru baktığımda uçsuz bucaksız denizi görüyordum, parıl parıl parlıyordu. Daha dikkatli baktığımda hafifçe dalgalandığını anlamıştım. Yükseklik korkum olmasına rağmen şuan hiçbir korku hissetmiyordum. Burada durmak bana iyi geliyordu, peki ben buraya nasıl gelmiştim.

Arkamı döndüğümde gördüğüm ağaçla ufak çaplı bir şok yaşadım. Sultan'la isimlerimizi kazıdığımız ağaçtı, elma ağacıydı. İsimlerimizi okuyabiliyordum.

Ağaca doğru adım atmak istedim lakin ayaklarım çivilenmiş gibiydi, hareket edemedim.

"Canberk!"

Sağıma döndüğümde Sultan yemyeşil bir elbise giymiş, bana gülümsüyordu.

"Sultan?" dedim soru sorar bir tonda.

O da uçurumun kenarında duruyordu, rüzgardan dolayı elbisesinin etekleri uçuşuyordu.

"Sen ne zaman geldin?" diye sorduğumda gülümseyen yüzü bir anda solmuştu.

"Sen gittiğinden beri ben hep buradayım," dediğinde dediklerini algılayamamıştım.

"Burası neresi?" diye sordum.

Etrafına bakındı.

"Benim dünyam," dedi tiz bir sesle.

Kafam karışık bir halde olanları anlamaya çalışıyordum.

"Ne demek istiyorsun?" diye sorduğumda tebessüm etti.

"Sen gittikten sonra ben hep böyle hissettim, uçurumun kenarındaydım, beni kurtaracak kimse yoktu."

Beynimden vurulmuşa dönmüştüm.

"Sultan..." dedim acıyla.

"Sonunda geldin," dediğinde göz yaşları akmaya başlamıştı. "Senin gelmen için benim ölmem mi gerekiyordu?"

Kaşlarım çatılmıştı.

"Sensiz bir hayat düşünemiyorum."

Gözyaşlarını silip zar zor gülümsedi.

"Üzülme,"diye mırıldandı. "Ve seni hep beklediğimi bil."

Bir adım attığında var gücümle bağırdım.

"Dur! Yapma!"

Sultan son kez bana baktı, dudakları kıpırdandı lakin hiçbir şey söylemedi.

Kendini uçurumdan aşağı attığında ona doğru koşmaya çalıştım. Koşamıyordum, burada çakılı kalmıştım.

"Sultan!" diye bağırdım. Sesim tekrar ve tekrar yankı yaparak geri dönmüştü.

"Sultan!" Sıçrayarak uyandığımda kan ter içinde kalmıştım. Etrafıma bakındım, çok şükür rüyaymış. O kadar gerçekçiydi ki herşey, hâla tüylerim diken dikendi. Sultan'ı kaybetmenin acısı içime işlenmişti.

Telefonu komodinden alıp Osman'ı aradım. Telefonu kapalıydı. Kahretsin! Birşey mi olmuştu!

"Sadece bir rüya..." diye fısıldadım.

Odanın kapısı açıldığında Tayfun elinde bilgisayarla içeri girmişti.

"Buldum," dedi heyacanla. "Soner'i içeri tıkacak birşey buldum."



Ve bölüm sonu...


YARIM ELMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin