3. Fark Ediş

136 12 1
                                    


Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. Şimdiden teşekkürler.

⚣⚣⚣⚣⚣⚣

Oturdukları kafede Mert'in odaklandığı tek yerin masalarındaki küllük olduğunu Berna fark etmiş olsa da garsonun gelip siparişlerini alana kadarki sürede Mert'in dikkatini çekmek adına hiçbir şey yapmamıştı. Arkadaşının ne kadar rahatsız ve yorgun hissettiğinin farkında olduğu için ona iyi gelecek bir şeyler söylemek istese de aslında tek yaptığı şey sessizce onu izlemek oldu. Bir süre sonra iki tatlıyla gelen garsona yer açan iki arkadaş yavaşça birbirlerine varlıklarını hatırlatmaya hazırlanmışlardı.

''Ne ara sipariş verdik?'' diyen Mert'in şaşkın ve anlamsız bakışlarına Berna'nın gülümseyen suratı eşlik etti. Mert, Berna'yı gerçekten çok seviyordu. Bir süredir bunu düşünür olmuştu. Ne gibi bir sevabın karşılığı Berna idi bilmiyordu. Arkadaştan öte bir dostlukları vardı, yaklaşık 4 yıldır tanışıyor olsalar da sanki 40 yıldır birbirlerine sırtlarını dayıyorlarmış gibi hissediyordu. Mert'in düşünceli ve şaşkın suratına yaklaşıp, ellerini iki yanağına koyan Berna ''Burada 2 tane denemek istediğim tatlı vardı, ikisini de deneriz dedim'' deyince Mert iyice bulanmış kafasını dışarıya yansıttığını anlamıştı artık. Arkadaşı resmen onun düşünmek için uğraşmasına gerek kalmasın diye kendisi yol açıyordu. İnsan bazen tek başına kalmak istediği gibi bazen de başkasının onun yerine karar vermesini istiyordu.

Birkaç dakikalık sessizliği garsonun tekrar uğrayıp kahveleri getirmesi ile Mert bozdu. ''Ders nasıldı? Çok fazla şey işlediniz mi?'' tek amacı kaçmak mıydı yine bilmiyordu ama şu anda tekrardan aynı şeye dönmek istemiyordu. Berna güleç bir suratla ''Yok kuşum yaa, bir sürü zırvalar işte. 2 saat boyunca hoca ders mi anlatır, sanki bilmiyorsun!'' gibi anlamsız bir cevap vermişti. Belli ki Mert yine birçok şeyi kaçırmıştı. Artık okumak istemiyor lakin o diplomaya ihtiyaç duyuyordu. Yine kendisi için değildi tabii ki. Annesi ve babası Mert'in çok iyi bir kimyager olacağına inanıyordu. Mert de bu yalanla kendini iyiden iyiye savuruyordu. Üzerindeki baskılar da hep bu sebeple artıyordu.

''Mert, bak konuşmak istememeni anlıyorum ama nereye kadar kaçacaksın, nereye kadar biz bu durumu içimize atacağız anlayamıyorum. Yüzleşmek de istemiyorsun sevmekten de vazgeçemiyorsun. Ne yapmak istiyorsun?'' bu sorunun cevabını alamayacağını bilse de Berna kabullenmeyen bir ısrarla sordu sorusunu. ''Kaçmak değil, sadece anlayamıyorum'' dediğinde Berna şaşırdı ama belli etmedi. Demek ki Mert gerçekten yorulmuştu ve kendi içini açmak istiyordu. ''Ben fark edene kadar boynuzum o kadar büyümüş ki Berna; İstanbul'a gidip boğazdan geçecek olsam boynuzlarım köprüye takılacakmış'' deyip kıkırdadı. Duydukları karşısında ne tepki vereceğini bilemeyen Berna önce karşısındaki arkadaşının suratını okumaya çalışsa da anlamsızca sigara sömürüp duran suratta hiçbir şey göremedi. ''Kolay değil bunu atlatmak kuşum ama ne zamana kadar içine atıp yutacaksın ki? Gel birlikte konuşa konuşa atlatalım ya da belki yeni birileriyle tanışsan-'' sözünü tamamlayamadan Mert'in o ifadesiz suratı içerlemiş bir şekilde ellerine döndü. Çatılı kaşları her şeyi anlatıyordu. Mert'in canı yanıyordu ve kalbi bir süredir hiç olmadığı kadar sızlıyordu.

İkna kabiliyeti ne kadar yüksek olsa da Berna çevresindeki hiç kimseyi Mertle tanıştırmayı başaramadı. Birkaç defa aynı masaya oturtsa da olayın ne olduğunu anlayan Mert usulca izin isteyip kalktı, sonrasında da Berna'yı bir güzel haşlamıştı. Bu sebeple Berna da pes etmişti. Gönlünü almak için de çok çaba harcamak zorunda kalmamıştı. Mert bu davranışın ardındaki iyiliği görüyordu lakin içinden gelmiyordu.

Berna da sonunda ikna olmuştu ki o bakışla susmuştu. Yavaş yavaş tatlılarını yiyip kahvelerini içen iki arkadaş hiçbir sohbetin dönmemesinden de iyice bunalmış gibilerdi. Sessizliği ''Haydi balım kalkalım, seni yurda bırakayım sonra eve geçeyim. Annem merak etmesin'' diyen Mert bozdu. Aslında Berna biliyordu, annesi Berna'ylayken merak etmezdi ama Mert'in çaresi olmayı başaramıyordu. O da oldukça yorgun ve karmaşık hissediyordu.

''Ben yürüyerek giderim, zaten 10 dakikalık yol. Hem biraz hava almaya ihtiyacım var yürüyüp açılayım biraz'' deyince Mert ''Saçmalama bırakırım ben'' deyip ısrar etmeye çalıştı lakin aslında ısrar etmek istemediğini tam da o anda fark etti. ''Ben kendim giderim dedim ya Mertkuşum, yürümek iyi geliyor hem'' diyerek konuyu kapattı. Hesabı ödeyip arabaya kadar birbirlerine eşlik eden iki arkadaş yavaşça birbirlerine sarılıp Berna'nın kokulu kokulu öpmesinden sonra birbirlerine veda ettiler.

Mert kendini arabaya attığında bir süre hiçbir şey düşünmeden gözlerini kapatıp kafasını koltuğa yasladı ama beyni bir türlü susmuyordu. Arabayı yavaşça çalıştırıp müzik için telefonunu arabanın radyosuna bağladı, listesini karışık şekilde başlatıp hızlıca olduğu yerden çıkıp trafiğin akışına kendini bıraktı.

Ne çalan şarkıları dinliyor ne de yoldan başka bir şeyi düşünüyordu. Yine kaçmanın en güzel yolunu bulmuştu. Araba sürmek. Ne zaman kafası atsa araba sürerdi Mert, bir kaçış yöntemiydi. Bazen yüksek perdeden bir şarkı açar hafif tempolu hareketler yapıp şarkıya eşlik ederdi bazense bugün olduğu gibi şarkıyı bile dinlemezdi.

En sonunda kulağını radyoya verdiğinde Hayko Cepkin'den çaldığını fark etmişti.

''Hiç aklında yokken bir ışık yanar
Yol gözümü dağlıyor bak
Ağlasan da boş
Bendeki zehir kadar sarhoş''

Yine çok haklı gelmişti bu sözler ona. Hiç aklında olmayan bir ihtimali yaşamıştı, aldatılmayı hiç beklemiyordu Mert. İçi belki de bu kadar güvendiği bir dağa kar yağmasından kaynaklı bu kadar kavruluyordu. Neden bunu yaşadığına anlam veremiyordu, neydi eksik olan, neyi yanlış yapmıştı? Bunların hiçbirine cevap alamamıştı hiçbir zaman. Kendisi aradı, yine bulamadı. Tek yaptığı kendini eksik hissetmekti her zaman.

''Siktir!'' dedi sert bir sesle. Ani bir hareketle müziği kapattı ve evlerinin önündeki boşluğa sakince park etti. Yine aynı şeyi yapıyordu; kendini suçlayıp her şeyi kendisine yıkıyordu. Asıl suç nasıl aldatılmış olmasına rağmen onda olabilirdi ki? Kendine bunu kabul ettiremiyordu bir türlü. Neden kendinden bu kadar soğumuştu, ne ara kendini sevmeyi bırakmıştı bilmiyordu. Her şey çok uzak geliyordu artık. Sezen Aksu'nun dediği
''O kadar yandı ki canım, sonunda karşıdan baktım,
Ne göreyim, kendime yıldızlardan daha uzaktım'' sözlerini şimdi kendisi anlıyor ve tam olarak istendiği gibi yorumlayabiliyordu. Gerçekten kendine yıldızlardan uzak hissedecek kadar ne yaşamıştı bu kadar bilmiyordu.

Arabanın kontağını çevirip el frenini sertçe çekip kapıyı açtığında tekrardan dağılmış bir surata sahip olduğunu aynaya kaçamak bir bakış attığında fark etti. Uzun zamandır aynaya uzun uzun bakamaz, baktığı zaman da gördüğü şeyin kendi yansıması değil de beyninin içindekiler olduğunu fark etmişti. Yine neyi olduğunu soran, meraklı ve acımtırak gözlerle ona bakıp iç geçirip, elinden bir şey gelmeyince de üzülen annesini teselli etmeye mecali ve bahanesi kalmadığı için önce bir sigara yakıp eve çıkmaya karar verdi.

Arabadan inip kapıyı kilitledikten sonra derince bir nefes çekip sigarasından bir duman çekti, hemen ardından elini cebine atıp telefonundan birkaç uygulamaya girip gezmeye başladı. Herkesin samimi gülüşleriyle paylaştığı storyleri inceleyip içerlemeye başladığı an bu duyguları Türkiye gündemini takip ederek aşacağını düşündü.

Birkaç ülkede yaşanan kötü olayları okuyup üstüne kedi videoları izlerken ikinci sigarasını da yakıp bitirdi. Evin kapısına geldiğinde anahtarını cebinde bulamadığı için bir süre zili çalsa da açan olmadı. Birkaç dakika daha bekledikten sonra zile cevap gelmeyeceğini kabullenen Mert annesini aramaya karar verdi.

''Söyle kuzum'' diye telefonu saniyesinde açan annesine önce kıkırdayıp ''Annem neredesin? Anahtarımı evde unutmuşum, kapıda kaldım valla'' diye çocuksu bir sesle cevap verdi. Annesi yine her zamanki gibi Selma teyzelerde kahve içiyordu. İşte o zaman fark etmişti saatin daha 5'e geldiğini. Hemen hızlı adımlarla iki kapı ötedeki evin balkonundan uzanıp anahtarı atan annesinin suratındaki o garip ifadeyi yakalamıştı. Ve ardından annesinin o bakışının nedenini anlatan soru gelmişti ''Berna'yla mı tartıştınız oğlum, neden bu kadar erken geldin cuma cuma''. Mert artık pes etmişti, annesine sevgilisi olmadığını kabul ettirmeye çalışmıyordu bile. ''Yok annem ne tartışması saçmalama, yoruldu kız o kadar bana not tutmaktan'' suratına sahte ama samimi olmaya çalışan bir ifade koymuştu. Annesinin buna inanmasını bekliyordu. ''Hadi ben eve gidiyorum, Selma teyzeme çok selamlar'' dedikten hemen sonra kaçar adımlarla eve attı kendini.

Kül Tablasıyla SevişmekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin