Hafif konuşma sesleri Marinette'i uyandırdı. Sağ tarafına döndü ve yavaşça gözlerini açtığında Alya'nın bir hemşireyle konuştuğunu gördü.
Bekle. Hemşire mi?!
Hayallerinin netleşmesi ve beyninin yeniden çalışmaya başlaması bir anını aldı.
Nefes nefese kaldı. Odasındaydı! Ama nasıl? Hatırladığı son şey düştüğü ve yardım için koşarken Tikki'nin gözden kaybolduğuydu.
Ve o parlayan yeşil gözler.
Ondan sonra anıları tamamen boştu. Başka bir şey hatırlamıyordu.
"Aman Tanrım, sonunda uyandın!" Alya, Mari'nin hareketlerini duyduğunda haykırdı. Hemen yanına koştu ve prensesi kollarının arasına aldı. "Beni çok endişelendirdin, aptal kız!"
Mari sessiz bir gülümseme bıraktı. "Ben de geri döndüğüm için çok mutluyum..." diyerek Alya'ya sarıldı. "Ama ne oldu? Tik..." hemşirenin hâlâ odasında olduğunu fark edince durakladı.
"Günaydın Majesteleri!" diye eğildi. "Sizi şimdilik yalnız bırakıyorum ve en kısa zamanda durumunuzu kontrol etmesi için doktoru getireceğim," dedi ve Mari'nin yardımları için teşekkür etmesinin ardından odadan çıktı.
"Yani..." Mari konuşmalarına devam etmeden önce biraz bekledi, "Tikki seni bulabilir mi?" Mari kendini yukarı çekmeye çalışırken sordu. Ancak kasları hâlâ o kadar güçsüzdü ki yatağına yığıldı.
"Shh shh Mari, kendini zorlama! Hâlâ iyileşiyorsun!" Alya ona sertçe baktı. "Hepimizi ne kadar endişelendirdiğin hakkında hiçbir fikrin yok, değil mi?"
"Ne.. Ama neden? Basit bir düşmeydi. Sadece bileğimi burktum, daha önce başıma gelmemiş değil ya! Ne kadar sakar olabileceğimi bilirsiniz!" Kıkırdadı, "Tamam bayıldım ama sanırım acıdan oldu." Omuz silkti.
"Marinette, bu sadece bileğinin burkulmasıyla ilgili değil. Sen..." Alya duraksayarak gözlerinde oluşan yaşı geri itti, "... Üç gündür uyanmadın! Biz senin... Bize asla geri dönmeyeceğini düşündük!"
Mari'nin gözleri fal taşı gibi açıldı. "Ne.. Sen neden bahsediyorsun? Üç gündür baygın mıyım?! Ama bu nasıl mümkün olabilir?" Şok olmuş görünüyordu.
Üç gün. Mari buna inanamıyordu. Çocukluğu boyunca milyonlarca kez böyle yaralanmıştı, buna alışmıştı. Böyle bir şey sadece ...
Annesiyle.
Sabine'nin mektuplarını okuduğundan beri, içinde derinlerde saklı olan anılar yüzeye çıkmaya başlamıştı. Annesinin hastalığıyla ilgili anılar. Sabine'nin günlerce baygın kaldığı ve en iyi doktorların bile bu baygınlıklara neyin sebep olduğunu ve ne kadar süre böyle kalacağını söyleyemediği zamanları hatırladı.
"Anlaşılan Tikki'ye göre saatlerdir yağmur altında sırılsıklam kıyafetlerle yürüyor olman da işe yaramamış. Kızım, nasıl bu kadar sorumsuz olabilirsin?" Alya sinirli bir şekilde sordu.
Bir flashback gibi, o gecenin Chat Noir ve ayrılığıyla ilgili anıları Mari'nin zihninde hemen yeniden canlandı. Chat'in onu yalnız bıraktığında gözlerinde gördüğü acıyı hâlâ hissedebiliyordu.
Eliyle yüzünü kapatarak burnunu çekti.
"Ben... ben yaptım," diye fısıldadı.
" Tam olarak ne yaptın!? Yağmurda dışarıda ne yapabilirsin ki?" Alya kaşlarını çattı.
"Ben... Chat Noir'dan ayrıldım."
Alya hiç tereddüt etmeden Mari'ye sarıldı ve ağlamayı kesene kadar bırakmadı. Şimdi her şeyi anlamıştı. Bu kararı vermenin arkadaşı için ne kadar zor olduğunu çok iyi biliyordu ve bunu başarabildiği için onunla gerçekten gurur duyuyordu. Şu anki durumunun nedeni bu olsa bile, yine de kızgındı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Thorns of Roses Gül Dikenleri - [TR]
Fanfictionkitabın yazarı @dkrosi TÜRKÇE ÇEVİRİ KİTAP "Her şey bir maskeli baloyla başladı..." Marinette'in Kral Gabriel Agreste'nin kızı olduğu Mucizevi Kraliyet Ailesi. Beş yıl sonra çocukluk düşmanı Félix Graham ile tekrar karşılaşmak zorunda kalır. Yenid...