Gözlerim saate kaydı önümdeki test kitabından. Sabahın dördündeydik. Dün okuldan döndükten sonra hemen uyumuş, gece on iki gibi de dersin başına oturmuştum. Aralıksız ders çalıştığım için gözlerim ağrımıştı. Bu yüzden test kitabını kapatıp yatağa uzandım.
Gözlerimi tavana dikip düşündüm. Sınav haftası boyunca sadece öğle aralarında gördüm bizimkileri. Evde abimle bile doğru düzgün konuşmazken odam ve sınıfım dışında bir yere çıkmıyordum.
Özlemiştim. Chan'ı çok özlemiştim. Bana olan bakışlarını görmezden gelmek çok yormuştu. Artık yanıma bile gelmiyordu. Büyük ihtimalle benden de soğumuştu. Ama lanet olsun ki... Her gün daha da çok özlüyordum onu.
Dolan gözlerimi gizlemedim. Moral olarak çok çökmüştüm şu iki haftada. Kimsenin de müdahale etmesine izin vermesem de, birinin beni zorlayıp yanımda durmasını istiyordum. Ama bunu düşündüklerini sanmıyorum.
Ayağa kalkıp okul için hazırlandım. Okula daha çok vardı evet, ama ben tekrar o parka gidecektim. Her şeyim hazır olduktan sonra annemlere bir not bıraktım ve dışarıya çıktım. Hava açıktı ancak daha güneş doğmamıştı.
Parka vardığım zaman tekrar o banka oturdum. On beş dakika civarında bekledikten sonra yanımda bir hareketlilik hissettim. "Çok erken değil mi evlat?"
"Sen neden uyanıksın bu erken vakitte Park Joon?" Kıkırdadı. "Anlat genç. Seni uyutmayan dert nedir?"
"Çöktüm ben ya." dedim gülerek. Acı bir gülmeydi kesinlikle. "Çöktüm. Morallerim düzelmiyor, sınav haftam ve normalde rahatken şu sıralar çok stres doluyum. Kimse yanıma gelmek için çabalamıyor. Sevdiğim çocuk... Uzaktan izliyor."
Derin bir iç çektim. "Özledim. Bana olan davranışlarını, samimiyetini çok özledim." Gözlerimden düşen bir kaç damlayı silerek burnumu çektim. Joon amca elini saçıma yerleştirerek yavaşça okşadı tutamlarımı.
"Aşk acısı mı çekiyorsun bakalım sen?" Kafa salladım hafifçe. Kalbim ağrıyordu. Aldığım nefesler yetmiyordu ciğerlerime. Öksürerek başımı eğdim yere. "Yanımda olan herkes benden uzaklaşıyor. Çok yalnız hissediyorum."
"Bak evladım." diyerek tamamen bana döndü. "Bu dünyada bazı şeyleri tek başına tadarsın. Mesela senin durumuna göre, aşk acısı. Hiç bir dostun seni dinlemek için yanında değilse, bu senin suçun değildir. Sadece biraz zaman tanı hem kendine hem çevrene."
Kafa salladım sessizce. "Yine de... Yoruluyorum. Kalbim acıyor. Joon amca, kalbim ağrıyor." dedim titrek bir sesle. İki haftadır her gün ağlıyordum nerdeyse. "Zayıf düşmüşsün, yemeklerini yemiyor musun genç?"
"Yiyorum. Ama az yediğimi söylemeliyim." Göz yaşlarımı silerek kafamı Joon amcanın omzuna kafamı koydum. "Yemeklerini ye evlat, aç kalmamalısın."
"Söz veremem."
"Yarın gel yine. Kahvaltı yapalım beraber." Kafa salladım hafifçe. Bir saat kadar sessizce oturduk. Ben kafamı onun omzuna koymuştum, o da çenesini kafamın üstüne yerleştirip sırtımı okşuyordu.
"Babamın eksikliğini... Hissetmiyorum. Seninle tanıştığım günden beri Joon amca. İçimdeki eksikliği doldurdun." dedim itiraf ederek. Sırtımı okşayan eli durakladı. Kafasını eğerek yüzüme baktığında ben de ona baktım. Gözleri parlıyordu.
"Sen de... Benim gerçekten evladım gibisin Seung. Neden bilmiyorum, uzun süredir hayatımda gibisin. Seni ben büyütmüş gibi hissediyorum." Dedikleri ile gülümseyerek kafamı tekrar omzuna gömdüm.
"Saat geliyor. Okula gidecek olmasan belki de vakit geçirebilirdik."
"Olsun, bir dahaki sefere." Kafa salladı ve beraber ayaklandık. Ayakta dikilerek birbirimize bakarken sıkıca sarıldık. Kısa sürede ayrıldığımızda geri geri yürüyerek uzaklaştım. El sallayarak okulun yolunu tuttum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Little Prince || Chanmin
Fanfiction"Neden buna sahibim?" Sorduğum soru ile gözleri bana döndü. Bakışlarında ne alay vardı ne de nefret. Sadece... Şefkat? "Şeker gibisin Seungmin. Bu yüzden Tanrı'nın sana olan hediyesi bu." ☆ Chanmin🫀