Sabah uyandığımda yattığım yerde gerindim. Gözlerimi açarak tavanı izledim bir süre. Yanımdaki boşluk ile kaşlarımı çatarak doğruldum yataktan. Buradaki üçüncü günümüzdü ve Chan bana çok ayrı bir özen gösteriyordu. Yüz vermemeye çalışsam da bazen işe yaramıyordu.
Ayağa kalkarak odadaki ebevyn odasına girdim. Elimi yüzümü yıkayıp bakım kremi sürdükten sonra iç çekerek aynada kendime baktım. Chan bana, benden çok dikkat etmişti şu üç günde. Yüzümün rengi kendine gelmiş ve yavaşça kilo olmaya başlamıştım.
Banyodan çıkarak odanın kapısını açtım. Güzel bir yumurta kokusu burnuma dolarken tebessüm ettim. Mutfağa doğru indiğimde Chan'ın, her zamanki gibi, yarı çıplak bir şekilde kahvaltı hazırlamasına baktım. Ses çıkarmadan yanına ilerledim.
"Günaydın." Aniden irkilerek bana baktı. "Tanrım... Korktum. Günaydın bebeğim." Yüz vermemeye çalışarak mutfaktan çıkıp salondaki koltuğa oturdum. Zaten salon ile mutfak birleşik olduğu için Chan da beni görüyordu.
"Hyunjin aradı. Bir iki güne dönmemizi istedi, seni özlemiş." Derin bir iç çektim. "Hmhm... Ama biraz daha kalalım. Sessiz sakin ve huzurlu burası..." Hayır, kesinlikle Chan ile daha fazla kalmak için bahane değil.
Yani... Tamam belki öyle.
Ama bunu istemem suç değil.
"Sen nasıl istersen yavrum." Televizyonu açarak çizgi film açtım ve izlemeye başladım. Chan kahvaltıuı hazırlayasıya kadar öylece oyalanmıştım. Bir yarım saat sonra bana seslenince televizyonu kapatıp mutfak masasına oturdum.
"İçecek portakal suyu var. İster misin?" Bir şey demeden kafa salladım. Dolaptaki portakal suyu ile birlikte insülinimi de alarak yanıma geldi. Sağ koluma iğnemi yaptıktan sonra karşıma oturdu.
Fark etmese de bu yaptığı beni çok etkiliyordu. Uğraşmama izin vermeden iğnelerimi takip etmesi... Benim için oldukça güzeldi. Onun bu düşünceli hallerine bayılıyordum.
Sessizlik içinde kahvaltı yaparken Chan birden sertçe iç geçirdi. "Seungmin... Biliyorum her şeyin sorumlusu benim ama bana bu kadar yakın iken aynı zamanda bir o kadar uzak olman..."
Sustu ve bana baktı. "Sadece uyurken sarılmama izin veriyorsun. Arada bana karşı gülümsemek istesen de kendini durduruyorsun. Şu bir haftada çok fazla şey değişti ama bana hiç pas vermiyorsun."
"Chan... Sadece kırgınlığımı atmaya çalışıyorum."
"Ama beni kendinden uzaklaştırarak yapıyorsun bunu bebeğim... Kırık parçalarını toplayabilmem için bana izin vermelisin." Duraksadım.
Sanırım haklıydı...
Kafamı eğerek sustum. Chan sandalyesinden kalktı ve sandalyemi kendine çevirip yere çömeldi. Ellerimi tutarak tebessüm etti. "Ben bunca zaman kaçmış olsam da... Çok seviyorum seni. Bundan şüphe etme asla."
Kalp atış ritmim kendini bozarken nefesimi tuttum onun sözlerine karşı. Heyecandan ellerim titremeye başlamıştı ki o bunu fark etse de bir şey demedi. "Küçük prensim... Bundan sonra seni asla üzmeyeceğim..."
Derin bir nefes alarak önümde çömelen Chan'a sarıldım sıkıca. Güzel kokusunu ciğerlerime doldururken onun da kalp atışını hissediyordum. Çok hızlıydı...
"Bebeğim... İğneni yaptık, şekerin düşecek şimdi. Kahvaltımızı yapalım önce."
"Ama çekilmek istemiyorum Chan." Hafif kıkırtısını duyduktan sonra beni bırakmadan ayağa kalktı. Sandalyeye geri oturduğunda kucağındaydım. Şaşkın gözler ile ona baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Little Prince || Chanmin
Fanfiction"Neden buna sahibim?" Sorduğum soru ile gözleri bana döndü. Bakışlarında ne alay vardı ne de nefret. Sadece... Şefkat? "Şeker gibisin Seungmin. Bu yüzden Tanrı'nın sana olan hediyesi bu." ☆ Chanmin🫀