Bitmişti.
Herşey bitmişti.
Kaç gündür buzların içinde olduğumu bilmiyordum ama soobin beni tamamen dondurmuş, zaman algımın çökmesine sebep olmuştu.
Dışarıda ne olup bittiğiyle alakalı her şeyi biliyordum. O lanet olası acı çığlıkları kulağımı tırmalıyordu. Herkesin bağıra bağıra af dilediği, hayatta kalmak için soobin ve arkadaşı olan kai, taehyun ve boemgyu'ya olan yalvarışları...
Bu adamlar canavardan başka bir şey değildi.
Bunca zaman boyunda hiçbir şey yapamayıp sadece buzların çözülmesini beklemek zorunda kalmak benim canımı fazlasıyla yakmıştı.
Özellikle de, dışarıda arkadaşlarımın çığlığını duyduğum zaman içimde gerçekten bir şeyler kopmuştu.
Seonghwa'nın "bebeğim lütfen ölme!!" Diye bağırarak hongjoong'u kurtarmak için attığı çığlıklar, daha sonra seonghwa'nın da çığlığını duymamla son bulmuştu.
Yeosang en başta kendisini kaybedip güçlerini çok fazla kullanmış olacak ki ilk nefesinin sesini kaybettiğim ve çığlığını duyduğum kişi o olmuştu. Jongho'dan ise hala alabildiğim ufak tefek nefesler vardı. Onun da ölecek olması an meselesiydi.
Mingi ve yunho arka taraftan saldırıya geçmiştlerdi. Ancak bu bir hataydı çünkü taehyun gerçekten güçlüydü. Bunlar canavarın ta kendisiydi. Vampirin de üst seviyesindeydiler.
San'a gelecek olursak. Hala hayattaydı. Jongho'nun azalan nefes sesine karşı san'ın hala hayatta olduğunu duymak içimde kırılan ve paramparça olup tek tek kaybolan umutların bir nebze de olsun hayatta kalmasına sebep oluyordu.
San bunu başaramazdı.
Olaylara gelecek olursak. Soobin beni buzladın içine hapsettikten sonra birkaç saat boyunca hiçbir şekilde kendime gelememiştim. Soğuktan dolayı öleceğimi ve yolu bitirdiğimi birçok kez düşünmüştüm. Ancak yine de içimde bir umut vardı.
Saldırı seslerini duyduğum zaman gerçekten mutlu olmuştum. Yaklaşık olarak 25 bin vampirin sesi birlikteydi. Ve neredeyse hepsinden güçlü olan bizim ekip... kendimi az da olsun mutlu hissetmemi sağlamıştı.
Birkaç saat sonrasında ise iyice bilincim açık hale gelmişti. Buzlar yavaş yavaş eriyordu. Oysa ki solar unnie bana buzların gücüne sahip olan vampirin buzları aktif ettiği zaman asla erimeyeceğini söylemişti. Neden bende eriyordu?
Yunho ve minginin arkadan saldırısı hemen engellenmişti. Neden bilmiyorum ama kolyem koptuğundan beri kendimi kontrol edemiyordum. Sese karşı olan duyarlılığım üst seviyeyeıkmış ve kafamı patlatacaktı.
Gerçekten vampirler bununla nasıl baş ediyordu? 25bin kişinin acılar içinde ölmemek için attıkları çığlık bana neden korkutucu geliyordu? Ve soobin neden bu kadar güçlüydü?
Bunları düşündüğüm sırada duyduğum çığlık sesi tamamen kendime gelmeme sebep olmuştu. Bu, san'ın sesiydi. San'ın sesiydi ve san, acılar içinde çığlık atıyordu.
Bir değil, iki değil, üç değil........
Vuruş darbelerinin her bir sesi kulağımda yankılanıyor ve canımı yakıyordu.
İşte o an, içimde oluşan öfke patlayıverdi. Daha fazla sevdiğim insanlara zarar gelmesine göz yumamazdım.
Belki erken yapamadığım için herkes ölmüştü. Ancak yine de hala kurtarabileceğim insanlar vardı. Ya da.... ben mi öyle düşünüyordum?
Bedenimi tamamen başka birisi ele geçirmiş gibiydi. Buzlar bir anda erimiş ve yok olmuştu. Bunu fırlat bilerek hemen önümdeki camı şiddetli bir şekilde kırıp, denek olarak tutulduğum lanet olası odadan çıkmıştım.
Çıkar çıkmaz alarm ötmeye başlamıştı. Zaten yüksek sesli olan o alarm benim vampir güçlerim uyanmaya başladığı zaman bana tamamen işkence olarak geliyordu. Bunu kaldıramıyordum.
"Wooyoung çıktı."
"Bırak çıksın taehyun, asıl eğlence şimdi başlıyor."
Soobin'in, taehyun ile olan aptalca konuşmalarını duyduğum zaman gözlerimin acıdığını hissettim. Bu duygu neydi bilmiyorum ancak bir an önce onları bulup yok etmem lazımdı. İlerlemeye başladığım zaman kristallerden yapılmış bir duvar ile karşılaşmıştım. Bu duvara baktığım zaman, tüm saçım neredeyse kırmızı olmuştu. Bir tutam hariç. O bir tutam da kırmızı olduğu zaman tamamen kontrolden çıkacaktım. Ancak şuan bunu düşünmenin sırası değildi.
Kurtarmam gereken insanlar vardı. Kurtarmam gereken vampirler vardı ve hepsi ben gücümü açarsam gerçek olabilecekti.
Başarmaya gidiyordum.
Herkesi kurtarmaya.
____________________________________________________
"Başaramamıştım."
"Herkes ölmüştü."
Buradan çıkar çıkmaz bana en yakın nefes alan kişinin yanına doğru koşmuştum. Sanki hayatım buna bağlıymış gibi koşuyordum ve hayatta olduklarını, benim yanıldığımı görmek istiyordum.
Yunho ve minginin yanında doğru koştum. Nefes seslerş gelmese de yine de içimde bir umut vardı. Yerdeki diğer vampirlerin cesetlerini geçerek bir şekilde onların yanına ulaşmaya çalışıyordum. Bacaklarım sabki daha hızlı olmamam için beni zorluyor, güçsüz düşmemi istiyordu.
Birkaç saniyelik koşuştan sonra tutulduğum şatonun arka tarafına ulaşmıştım. Ulaştığım zaman yerde sırt üstü bir şekilde uzanmış mingi'nin kanlı cesedini görmüştüm. Bu görüntüyü sindirmeye çalışırken ondan uzağa fırlatılmış ve içinden kanca geçirerek duvara saplanmış yunho'nun cesedini görmüştüm.
İki aşıkları birbirinden ayıran tek şey ölüm ve bu kancaydı.
Duygularımı bastırmam lazımdı. Önümde arkadaşlarımın cesedi duruyordu. Ne yapacağıma dair hbir şey yoktu aklımda. Ancak yine de kancayı çıkartmış ve yunho'nun bedenini mingi'nin bedeninin yanına nazikce bırakmıştım. İçimden daha erken davranamadığım ve arkadaşımı kurtaramadığım için kendime çok kızıyordum ancak şuan bu duyguyu bir şekilde bastırıp soobin'i ortadan kaldırmalıydım.
Son bir kez daha yungi ikilisine baktıktan ve bundan sonra onlara güzel bir mezar hazırlayacağıma yemin ettikten sonra bu sefer yeosang ve jongho'nun yanına doğru ilerlemeye başlamıştım. Onlardan da pek umudum yoktu. Vücudumda arkadaşlarımın cesedini görecek kadar güç yoktu ancak hepsinin intikamını alacak kadar güçlüydüm de.
Tahminim gibi de oldu. Jongho ve yeosang beraber ölmüşlerdi. Birbirlerinden uzun süredir hoşlanan bu ikili daha açılma fırsatı bulamadan birlikte ölmüşlerdi. Arkadaşlarımın cesedlerini görmek benim biraz sonra kusmama sebep olacaktı.
Birleşemeyen aşıkları birleştiren şey ise ölüm olmuştu.
Seonghwa ve hongjoong'un yanına gidip cesedlerine bakacak kadat cesaretim bile yoktu. Hepsi paramparcaydı. Cesetlerinin patlama sesi kulaklarımda yankılanıyordu.
San'a gelecek olursak. Nefesi durmuş ve o da çoktan ölmüştü. Hiçkimseyi kurtaramamıştım. Sadece ağlamak bağırmak ve herşeyin yalan olduğunu kendime inandırıp bu lanet olası kabustan uyanmak istiyordum.
Adım sesi duydum.
Bir daha ve bir daha.
Bana gittikçe yaklaşıyordu.
"Vaay vaaay.... bizim küçük sürtük bulunduğu yerden kaçmış bakıyorum da?"
Arkamı dönmüştüm. İğrenç sesin sahibi olan soobin ile göz göze geldiğim anda içimdeki herşey kopmuştu.
Tüm nefret, tüm acılar ve tüm umutlarım tükenmişti. Tek istediğim şey karşımdakini sonsuza kadar yok etmekti.
Tam bu sırada. Onun gözleri benim saçıma doğru kaymıştı. Saçıma bakarken gülmeye başlamıştı ancak ben hala onun lanet olası o suratına bakıyordum.
Saçımdaki son tutam da kırmızı olmuştu.
Gerçek savaş şimdi başlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IF I WERE YOU//woosan
FanfictionEğer senin yerinde olsaydım jung wooyoung, bu maceraya asla atılmamış olmayı dilerdim. -woosan, seongjoong, yungi