24

657 29 36
                                    

Havanın tamamen kararması ile üşüyerek evin yolunu tuttum. Bir süre yürüdükten sonra ne zaman geldiğimi farketmediğim bir şekilde evin önünde buldum kendimi. Kapının önünde duran arabanın sahibi Barış'dı. 34 BAY 5324 plakasına baktım.

Beni görünce arabasından inip bana doğru yürümeye başladı. "Neredeydin?" kollarımı tuttuğunda itekleyerek anahtarımı çıkarttım. Kapıyı açarken Barış'ın soruları bitmiyordu.

"Neredeydin Melis, bakmıyorsun telefonuna da." elini alnına götürerek mırıldanmasını izledim öylece.

"Ya sabır, ya selamet." kapıyı kapatmadan içeriye girdiğimde onun da girmesi için aralık tuttum.

"Konuşacak mısın artık, çıldırıyorum." kulaklığımı, anahtarımı ve boynumda tuttuğum sweatshirtimi masanın üstüne bırakarak içeriye geçtim.

"Otursana konuşalım." bir şey demeden hızla dediğimi yaptı.

"Ben artık senin işine gelmeyen en ufak olayda bana yüklenmenden sıkıldım Barış, ya sen bana destek çıkmayacaksan kim çıkacak bana?" sinirle elimi masaya vurduğumda artık çileden çıktığımı farkettim.

"Ya ben, kendimi kötü hissediyorum orada diyorum sana değil mi? çok mu meraklıyım sence aramıza mesafeleri sokmaya! Çıkmışsın bana öyle olmaz böyle olmaz söyleniyorsun ya."

bu sefer de ayaklanan oydu, o kadar hızlı konuşuyordu ki cümleleri birbirine karışıyordu.

"O zaman benim de fikrimi sorsaydın Melis, ben gideyim diyorum ama ne dersin hayatım falan diyebilirdin. Çoluk çocuk muyuz biz burada ya."  kırılma noktamızdı burası, bir şeylerin kopup gittiğini hissettim içimden. Asıl hikayemiz burada bitiyordu bizim.

"Ben artık yoruldum, yürütemiyoruz. Ayrılalım Barış." bunu beklemediği her hâlinden belliydi, bana saygı duyması konusunda onu çok kez uyarmıştım. Yapmamıştı, her seferinde kalbimi kırıp geri özür diliyordu. Kedi ile köpekler ne kadar tartışırsa biz de öyleydik işte, bu toxic ilişkinin tek mantığı dahi yoktu.

"Tamam, ayrılalım."  hiçbir şey demeden kabul etmesine şaşırmıştım, ve sanırım belli etmiştim. Kaç günlerdir aklımı kurcalayan ve içimi kemiren o soruyu nihayet şu an soracaktım.

"Başkası var mı?" halıda gezdirdiği gözlerini tekrardan benimle buluşturdu.

"Ne?"

"Duydun işte Barış, başkası vardı değil mi?" saatiyle oynadığında artık sorunun cevabını çok net biliyordum.

"Evet." ben acaba yazık mı ediyorum, son bir kere onu dinlese miydim derken beni aldatan Barış ile karşı karşıya geldim bu sefer de.

"Tamam, çık git." hiçbir şey demedi. Pişman dahi değildi. Bana ilişkimizin ilk ayında aldığı kolyeyi bir hışım boynumdan çekerek koparttım.

"Al, hayatındaki orospuya verip egosunu okşarsın artık." itekleyerek kapıdan çıkarttığımda tek söz dahi etmedi. Aralık kalan pencereden onu izlediğimde ağladığını gördüm, göz yaşlarını siliyordu yani.

Ağla köpek, ağla. Arabasının kapısını açmadan son bir kere baktı buraya. Sonra da arabasına binip defolup gözden uzağa gitti.

Bize yazık eden ben değildim, oydu. Ama vicdan azabını ben çekiyordum. Nasıl yapabildi, başkasının gözlerine bakıp severken nasıl bana dünyanın en özel kadınıymışım gibi hissettirebildi?

Buydu işte, bu kadardı. Rezil etmişti kendini, çok kolaydı her şey onun için. Benim çok daha güzel yerlere gideceğimizi düşündüğüm ilişkimiz onun aptal egosu ve doyumsuzluğu yüzünden sona ermişti.

Beni nasıl tavlamıştı, sarhoş olduğunda nasıl sayıklamıştı beni... Yalan mıydı bunlar, yoksa aklıyla kalbi mi çelişiyordu benimki gibi?

Aşk kumara benzer demişti babaannem, inanmamıştım. Erkeğin iyisini bulmak için çok büyük bir maliyetli kumar oynarmış insan, çünkü erkekler bundan önce de çocukları ile eşlerini ortada bırakıp genç kadınlara gidiyormuş, babaannem zamanında yani. Şu an da değişen bir şey yok, beni ortada bırakıp başka bir kadına gitti Barış.

Ağlamaktan nefesim kesik kesik çıkıyordu, üzüntüden değildi ama bu. Sinirimdendi, yerdeki kırılmış vazoya baktım. Barış'ın babam öldüğünde almış olduğu çiçeklerdi bunlar, solmuştu artık hepsi.

Kırıp dökmediğim tek bir şey kalmamıştı evde, ev üzerime üzerime geliyordu artık nefes dahi alamıyordum.

Ceketimi ve anahtarımı alıp çıktım evden, beni bulamayacakları bir yere gitmek için yola çıktım. En azından kafa dağıtmam gerekiyordu; tek kaçış yolum alkoldü bu sefer.

-

"Hanımefendi, sizi gideceğiniz yere bırakacak herhangi birisi var mı?" mekandaki herkesin dağıldığını görmem ile üstüme başıma baktım, başım ağrıyor ve hatta dönüyordu. Vücudum bir halat gibi çekilmişti sanki, kaskatıydı bütün kaslarım.

"Yok, ben kendim gideceğim." barmen inanmayan gözlerle üstümü süzdüğünde bira şişesini bar sehpasının üzerine bıraktım.

"Tamam gidiyorum, alın bu da ödemem." bir miktar para çıkartıp barmene bıraktıktan sonra dolaşan ayaklarımla birlikte sokağa yürüdüm.

"Barııış!" ıssız ve ışıksız sokakta bağırmam yankılanırken ayakkabılarımı acıttığı için ayağımdan çıkarttım, cam kırıkları vardı içinde. Ayağım ise kanamaktan kıpkırmızı olmuştu. Sesimi kimsenin duymaması ile ağlamam şiddetlendi.

Kendimi floryanın ara sokaklarında dolanırken buldum, evimi seçebilecek kadar ayıktım. Bu sefer Barış'ın evinin olduğu sokaktan geçecektim, dört alt sokağımızdan yani.

Sağa sola bakarak, bir yandan da çok şiddetli ağlayarak elimde ayakkabılarım ile yürümeye başladım. Ellerim üşüdüğü için ise ceketimin cebine attım, cebimde duran kulaklığımı zar zor telefonuma taktım ve açabildiğim ilk müziği açtım.

Neden uzun uzun sarılmadın bana?
Veda eden sözlerindeyim hâlâ

Seni gördüğüm ilk gün gibi
Gözünü kapat ve öp beni
Kalabilirsem bu hikâyede
Minik elinle sar kalbimi

Beni öptüğün son gün gibi
Gözümü kapat, öldür beni
Kalamadım ki bu hikâyede
Bilemedim ben, kim üzdü seni

bilmiş  , barış alper yılmaz Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin