14

902 38 18
                                    

Sorumun cevabını alamadan Barış'ın da gözlerinin dolduğunu farkettim, gözlerimin içine bakarak bu sefer o benden yanıt bekler gibi sordu.

"S-sen, herhangi bi- herhangi bir şey hatırlıyor musun?" ikimizde aynı şeyden bahsediyorduk, ilimizde dilimizin ucuna getiremiyorduk.

"Hayır, ama çok canım yanıyor." artık göz yaşlarıma hakim olamıyordum. O da beni anlamaya çalışır gibi gözlerime bakarak kaslı ve sıcak bedenine beni doladı. "Ağlama sevgilim, ağlama biz buradayız artık. Kafam Barış'ın omzuna dayalıydı, göremiyordum ama sol elindeki saatin sesleri ile annesine el kol yaptığını anlamak zor olmadı. Kafasını salladı, eliyle birkaç şey işaret ettikten sonra annesi gitti. Muhtemelen yalnız kalmamız gerektiğinden bahsetmişti.

"Senin gibi birisi yanımda olduğu için çok şanslı hissediyorum kendimi, keşke annenle de daha güzel tanışabilseydik... Gelin adayanının bu kadar belalı bir kız olduğunu öğrenince ne demiştir kim bilir!" sonlara doğru gülsem de Barış oldukça ciddi bir biçimde bana bakıyordu, kızmış rolü yapmaya çalışsa da gülmemek için kendini zor tuttuğunu görebiliyordum! "O ne demek ya? bana bak, bir daha böyle saçma sapan kafanda kurarsan bozuşuruz Melis Hanımefendi." burnumdan makas aldığında dayanamayıp kıkırdadım. "anlaştık!" tam o sırada içeriye giren annesi ile irkildim. "Kızım, çorba pişirdim sana." Barış gülmeye başladı.

"Heh, ben köyde tarzan gibi sokaklarda dolaşıp hasta olunca annem yapardı bana bundan. 2 güne iyileşirdim, bu arada KIZIM ve SANA vurguları gözümden kaçmadı anneciğim... demek bana yok ha?" isyankar bir biçimde rol yapmasına gülerken aklıma gelen şey ile birden sustum. Aslında bunların hepsi roldü. Herkesin içi kan ağlasa bile beni güldürmek zorunda hissediyorlardı kendilerini, benim için gülmeye zorunlu oluyorlardı. Hepimizi bıraksanız ağlardık; ama hepimiz herkesin bildiği bir gerçeği kimden sakladığımız belli olmadan saklıyorduk adeta...

"Ee, pabucun dama atıldı Barış Bey." annesi gülerek karşılık verdiğinde tepsimi yavaş yavaş dizlerime alarak yattığım yerden sırtımı dikleştirdim. Vücudumdaki morluklar ve şişlikler hâlâ geçebilmiş değildi. O yüzden dikkatli ve hassas davranıyordum.

"Emine Hanım, gerçekten gerek yoktu..." kaşları çatışarak bana baktı. "Kızım ben sana demedim mi, bana hanım demek yok diye; anne de lütfen." mahcup olmuş bir biçimde gözlerimi kaçırdım. "Ya, öyle olmuyor işte." sıkıntıyla tepsinin kenarı ile oynamaya başladığımda bu sefer Barış dahil oldu. "Yook, yok olur. Haydi aç bakayım ağzını, ben yedireceğim." Bir annesine bir Barış'a utanarak baktığımda kulaklarımdan ayaklarıma itibaren kızardığıma emindim!

"Hayatım, saçmalama..." aslında ses tonum çok uyarıcıydı ama, Barış tabii ki dinlemeyerek çorba kasesini kaşıkla beraber eline aldı. "Uçak geliyor mu yapalım?" dediği şey ile güldüm. Teslim olmuş bir şekilde ellerimi iki yana açarak isyan ettim: "Ta-mam!"

Akşam olduğunda Emine anne çay demlemişti; yanına bir iki atıştırmalık da koymuştu, ailemde bulamadığım huzuru burada buluyordum... Sohbetimiz gayet iyi ilerliyordu. "Valla zaten ben de İstanbul'a şimdi gelmesem bir-iki gün sonra gelecektim kızım, malum oğlumun şampiyonluk maçı var. Kupa kaldırma töreninde yanında olmamı istiyor." tamamen aklımdan çıkmıştı. Bu Pazar Galatasaray- Fenerbahçe karşılaşması vardı ve eğer galibiyet ya da beraberlik olursa kupa kaldıracaklardı. "A-ah! ben tamamen unutmuştum onu sahi, umarım en iyi skor ile kazanırsınız hayatım." elim yanağına gittiğinde elini
elimin üzerine koyarak bir süre yanağında bekletti. "Hayatımdaki önemli kadınların ikisi de burada, boşversene." Dediği şey ile ben de annesi de duygulanmıştık. Aslında Emine anne çok sert birisi gibi gözükse de klasik bir Türk annesiydi. Şefkati, saygısı, ilgisi... her şeyi ile kusursuz bir anneydi resmen. Kullandığı laz şivesi onu daha da tatlı bir hâle getiriyordu. Akşam yemek yedikten sonra Berkan, Kerem, Yunus ve Tuğçe geçmiş olsuna geldiler. İngiltere'de lig bittiği için Yunus Türkiye'ye gelmişti. Berkan elindeki çiçekleri bana uzatarak; "Dünyanın en güzel kızına geçmiş olsun çiçeği." dediğinde gülümsedim, mecburmuşum gibi hissediyordum çünkü. Hepsiyle sıra sıra selamlaştıktan sonra koltuklara yerleştik.

"Bu arada Erden Hoca, Okan hoca ve Dursun hoca da çok geçmiş olsun dileklerini iletmemizi istediler. İlk fırsatta geçmiş olsuna geleceklermiş." dedi Berkan. "Sağ olsunlar." diyerek kestirip attım. Eskiden gülme krizlerine girdiğim arkadaşlarımın yanında oturmak dahi istemiyordu canım. Yapmacık davranmak sinirimi bozuyordu. Onlar da bu durumu anlamış olacak ki Tuğçe erkekleri uyarıcı bir ses ile "Haydi Beyler, yavaştan kalkalım biz artık. Kız uyumak falan ister." aslında itiraz etmezdim, ama ayıp olurdu. "Yok yok, kalın lütfen ne güzel sohbet ediyorduk." Yunus gülerek lafımı böldü. "Sohbet ediyorduk derken? kızım 2 saattir boş duvara bakıyorsun." dediği şey ile dudaklarım hareketlendi, gülmek ile gülmemek arasında kalmışçasına abartısız bir mimik yaptım. "Fenerbahçe maçına gelecek misin?" Berkan'ın sorusu ile duraksadım, hiç dışarıya çıkmamıştım. Çıkabilir miydim bilmiyordum... Barış ise bu durumu fark ederek Berkan'ı geçiştirmeye çalıştı. "İnşallah kardeşim." dediğinde Berkan da anlamışçasına kafa salladı ve gittiler.

"Teşekkür ederim." dediğimde hiçbir şey demeden sadece gülümseyip sarıldı Barış. "Yarın sabah çift antremanım var. Annemle kalabilirsin değil mi?" güldüm, annesiyle kalmak huzur veriyordu bana. "Tabii ki aşkım, saçmalama." kıvırcık saçları dağınıkken çok hoş gözüküyordu.

Ertesi Sabah
___________

"Emine anneciğim günaydın." diyerek merdivenleri adımladım. Amerikan mutfağın ada tezgasında görmüş olduğum oldukça zengin duran kahvaltı sofrasına bakmam ile şok oldum. "Anneciğim, ne zahmet ettiniz?" baya utanmıştım, hatta yer yarılda da dibine girsem diyordum kendimce. "Ben camış gibi yatıyorum, saat 10 olmuş. Siz kahvaltı bile hazırlamışsınız, kusura bakmayın lütfen." demem ile ellerini beline koyarak laz şivesi ile konuştu. Sinirlendiğinde laz şivesi ortaya çıkıyordu. "Sen hasta değil misun? tabii yatacaksun. Ne bakaysın öyle utangaç utangaç, geç de otur kahvaltiya." gülüşerek sandalyeye oturduk ve bir süre sohbet ederek kahvaltımızı yaptık. Ancak kısa bir süre sonra çalan kapı muhabbetimizi böldü. Emine anne "Ben bakarım kızım." diyerek ayaklandığında zaten bedenimi hareket ettirmem zor olduğu için oldukça yavaş hareketler ile sofradan kalkıp kapıya doğru onun peşinden gittim. Kapıda bir polis memuru dikilmiş, beni soruyordu.

"Merhabalar, Melis Kuntoğlu burada mı? bizimle emniyete kadar gelmesi gerekiyor."






















Emine annemizi de şöyle bırakalım, biraz gecikti ama, şu sıralar mental olarak pek iyi değilim

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Emine annemizi de şöyle bırakalım, biraz gecikti ama, şu sıralar mental olarak pek iyi değilim... kusura bakmayın 💗💗 bir sonraki bölümde görüşmek üzere 👋

bilmiş  , barış alper yılmaz Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin