Soğumuş kahvesini kafasına dikti. Gözleri artık uykusuzluktan acıyordu. Kaçıncı çizimiydi bu sayamamıştı. Neredeyse yirmi dört saattir sayısız kâğıda karaladığı çizimlerine göz ucuyla baktı. Cetvelleri dört bir yana savrulmuştu. Gözündeki gözlüğünü çıkarıp çizimlerinin üzerine fırlattı ve gözlerini ovuşturdu. Teslim günü yarın olan bir ödeve ne diye iki gün öncesinden başlardı ki? Kolundaki saate baktığında ilaç saatinin geldiğini fark etti. Vücudunun dörtte üçünü su yerine granül kahve oluşturuyordu. Kupasının hemen yanında duran dibinde azıcık su kalmış bardağı kavrayıp yanındaki ilaç kutularından çıkardığı hapları aynı anda ağzına attı ve kalan suyu da içti. Bu haplara bağımlı yaşamamak için çok direnmişti ancak pek bir çaresi yok gibiydi.
Çalan telefonuyla kağıtların arasına karışmış telefonu aramaya koyuldu. Nihayet masanın zeminine yakın bir konumda bulduğu telefonunu kavradı ve sonlanmak üzere olan çağrıyı yanıtladı. Yakın arkadaşı Mirac'tı arayan. Nefes nefese açtığı telefonu arkadaşının kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu.
"Hayırdır lan ayı mı kovalıyordu?"
Gözlerini devirmekle yetindi Alaz. Ancak dudaklarında yeşeren minik tebessüme de engel olamamıştı. Sanıyordu ki arkadaşı şu hayatta onu güldürebilen tek kişiydi. Derin bir nefes doldurdu ciğerlerine. Uzun zamandır konuşmadığından pürüzleşen sesiyle cevap verdi arkadaşına.
"Zevzeklik yapma lan!"
Karşılığında bir kıkırtı aldığında ilaçların etkisini hissetmeye başladı vücudunda. Çoktan uyuşmaya başlayan sinirleri ve yirmi dört saate yakındır açık olan gözleri onu derin bir uykunun kollarına çağırıyor, duygularını ufak ufak sömürmeye başlıyordu. Vücuduna gelen titremeyle arkasına yaslandı. Üniversite tarafından sağlanan küçük aparta göz gezdirdi. Her yer her yerdeydi. Boşta kalan elini burun kemerine bastırıp birkaç saniye bekledi. Bu sırada arkadaşı da tüm neşesiyle konuşmaya başlamıştı bile.
"Kim çıktı sana? Kiminle mektuplaşıyorsun bakalım?"
Mirac'ın hatırlattığı detay ile az önce kapanmaya can atan gözleri ardına kadar aralanmıştı şimdi. Dudaklarından firar eden küfre engel olamamıştı. Akabinde kulaklarına dolan kahkaha sesiyle telefonu kendisinden uzaklaştırdı. Bu çocuk da kendisiyle dalga geçmekten zevk alıyordu herhalde?
"Bakmadın mı lan yoksa?"
"Ya ne bileyim abi? Ödev yetiştireceğim diye götüm tutuştu! Dünden beri uyumuyorum."
"Bok vardı da iki gün kala başladın ödeve! Ulan geri zekâlı mısın sen ya?"
"Sus, bakıyorum."
Önünde duran laptopunu hızla açıp maillerine göz gezdirdi. Türkiye'deki okuldan gelen maile hızla tıkladı ve beklemeden sesli okudu.
"Asi Sezen Akyel, Türk Dili ve Edebiyatı 3. Sınıf."
"Oha! Kızın adı çok güzel lan! Keşke bana da kız çıksaydı oğlum ya, Bertan mı Berkan mı her ne boksa işte. Lavuğun teki çıktı anlayacağın. Şşşt, belki sevgili olursunuz lan, ne biliyorsun?"
"Yine başladın boş yapmaya."
"Ya oğlum..."
Gevşek sesiyle başladığı cümlesini tamamlamasına izin vermemişti Alaz. Asi Sezen Akyel... diye geçirdi içinden. Adının hikayesini çok merak etmişti. Maile biraz daha detaylı baktığında mektupların okul aracılığıyla en kısa sürede ulaştırılacağı ve mektup yazma ile ilgili birkaç temel kural yazıyordu. Mailin sonunda ise katkıda bulunan öğrencilere bir teşekkür yazısı vardı. İster istemez gözlerini devirmişti. Mirac'ın ısrarlarıyla kabul etmişti bu teklifi. Yoksa tanımadığı birisiyle mektuplaşmak pek de isteyeceği ve tercih edeceği bir şey değildi. Telefonunun melodisi tekrardan kulağına dolduğunda yine Mirac olduğunu düşünerek bir küfür salladı ve eline aldı telefonu. Ancak hayır, Mirac değildi. Telefonda gördüğü isimle nefeslerinin sıklaştığını hissetti.
YOU ARE READING
kuru mürekkep
Fanfictionbir yeşilçam filmini hatırlatır belki size kim bilir? asi sezen ve alaz karaca'nın eski türk filmi tadındaki mektuplaşma serüvenine davetlisiniz.🤍