Nefes alamıyordu. Henüz dakikalar önce ayak bastığı bu ülkenin havası onu boğuyordu. Oysa ne hayaller kuruyordu bu havalimanı için. Asi’ye sarılacaktı, kokusuyla tanışacaktı. Ancak şimdi bahar yağmurunun esir aldığı şehrin her bir zerresi üzerine üzerine geliyordu. O yalnızca Asi’yi istiyordu.
Mirac’ın sayısız mesajını tek bir hareketiyle ekrandan silip taktığı Türkiye hattının açılmasını bekledi. Aklında yalnızca tek bir isim vardı: Asi. Ona giden bütün yolları aşmaya yemin etmişti. Bu yol ne olursa olsun sonu Asi’ye varacaktı ne de olsa.
Açılan hatta beklemeden babasının adını bulup ona tıkladı. Düşünmeden hareket ediyordu, düşünseydi hiçbir yol katetemezdi. Birkaç çalıştan sonra babasının oldukça şaşırmış sesi doldu kulaklarına.
“Alaz? Döndün mü?”
Boğazını temizledi Alaz. Canı yanıyordu, konuşacak mecali bile kalmamıştı. Gözyaşları kurumuştu artık. Ağlamak istese onu da yapamazdı. Derin bir nefes doldurdu ciğerlerine.
“Baba, ben, şey…”
“Neredesin sen? Havalimanında mısın? Aldırayım seni hemen. Yorulmuşsundur, git eve dinlen biraz. Akşam da güzel bir yemek yeriz ailecek, olur mu?”
Babasının heyecanı, kendi sesindeki bitkinliği fark etmesine engel olmuş olacak ki, otomatiğe bağlamış gibi konuşuyor, asla gerçekleşmeyeceğine en az adı kadar iyi bildiği planları art arda sıralıyordu.
“Baba…”
Nihayet oğlunun sesindeki bitkinliği fark eden Serhan’ın yüzüne yerleşen heyecan dolu gülümseme soldu. Sorgulama vakti gelmişti. Alaz cidden bu kadar erken mi gelecekti? Kendisine haziran gibi dediğini hatırlıyordu. Şimdi Alaz’ın bu kadar bitkin bir ses tonuyla kendisini araması ne kadar normaldi?
“Alaz, sen… Sen haziran gibi geleceğim demiştin bize oğlum. Bir sorun mu var?”
Yalan söylemişti Alaz. Haziran gibi geleceği yoktu. Öncesinde gelip Asi ile vakit geçirip haziran sonuna doğru yeni gelmiş gibi ailesine görünüp tüyecekti. Asi’nin yüzü gözünün önüne geldiğinde boğazı yandı.
“Baba. Ben…”
“Alaz, endişeleniyorum artık!”
Olmuyordu, konuşamıyordu. Zeminin ıslaklığına aldırmadan olduğu yere çöktü Alaz. Bacakları artık onu taşıyamıyordu.
“Bir isim söylesem, hangi hastanede yattığını öğrenebilir misin?”
Oldukça cılız çıkan sesi çoktan endişelenen Serhan’ın daha da endişelenmesine sebep olmuştu.
“Alaz…”
“Hiçbir şey sorma, lütfen.”
“Tamam, söyle.”
Derin bir nefes aldı Alaz. Dili düğümlendi, söyleyemedi. Dudaklarını araladı, söylemek için. Sesi çıkmadı. Dudaklarını yalayıp gözlerini yumdu ve birkaç saniye bekledi. Tekrar araladı yine olmadı. Dudaklarının arasından firar eden ses Asi’nin adı değil, bir hıçkırıktı. Acı bir hıçkırık.
“Asi Sezen Akyel.”
Asi ve hastane isimlerinin yan yana gelmesi bile Alaz’ı mahvediyordu. Dağılmasını, yok olmasını sağlıyordu. Bu ihtimali hiç düşünmemişti. Asi ile konuştuğu süre boyunca hiç kötü düşünme fırsatı olmamıştı. Asi onun hayatına güneş gibi doğmuş, küçücük dünyasını kaleminin mürekkebiyle aydınlatmıştı.
Serhan bir şeyler söyledi ancak Alaz anlamadı. Kendisine garip garip bakan insanları, yardım etmeye çalışanları duymuyor, görmüyordu. Boşluğa kilitlenmiş bakışlarının önünde yalnızca Asi’nin el yazısı vardı. Alaz’a yazdıkları vardı. Alaz, Asi’den başka bir şey düşünemez olmuştu.
YOU ARE READING
kuru mürekkep
Fanfictionbir yeşilçam filmini hatırlatır belki size kim bilir? asi sezen ve alaz karaca'nın eski türk filmi tadındaki mektuplaşma serüvenine davetlisiniz.🤍