"Tamam bekle, bitiyor." Felix Hyunjin'e siyah göz bandını taktı. Sonra geri çekilip yüzüne baktı. "Böyle neye benzedin biliyor musun?"
"Bir korsana mı?"
"Ne, hayır." Bunu söylerken gülüyordu. "Bir kiklopa benzedin sana artık Tepegöz deyeceğim." Hyunjin göz devirdi. "O kadar lakap varken Tepegöz mü?"
"Çilli Horoz çok mu normal?" Hyunjin ona ters ters bakıyordu. Evet, söyleyecek bir şeyi kalmamıştı çünkü onun taktığı lakap ta pek normal değildi. "Ne oldu, neden konuşmuyorsun?" dedi Felix.
"Bir şey mi demem gerek?" Felix onu yamsıladı. "Tabii ki bir şey demen gerek aval aval yüzüme mi bakacaksın?" Anlaşılan öyle yapacaktı. Hiç bir şey demeden oturduğu sandalyeden ona bakıyordu. Felix göz devirdi ve uzun bir süre konuşmadı. "Hyunjin," dedi ona dönerek. "Yakında yeni yıla gireceğiz ve ben yeni yılın ilk gününü evimde, arkadaşlarımla birlikte geçirmek istiyorum." Hyunjin sandalyeden kalktı ve Felix'e yaklaştı. "Ben varım güzelim."
"Evet ama Jeongin yok, Yeji yok, Ryujin yok..." Hyunjin iç çekti. "Peki, ayın otuzunda Seul'e döneriz." Felix sevinçle Hyunjin'e sarıldı. "Teşekkürler!" Hyunjin gülümsedi. Ellerini onun beline doladı ve yavaşça Felix'i kendine çekti. Bedenleri tamamen birbirine temas ettiğinde rahatlamış hissediyordu. Uzun bir süre daha hiç konuşmadan, sadece onun olanın gözlerinin içine bakmak istiyordu. Yüzündeki çiller ona galaksiyi andırıyordu ve sanki parıldayan gözleri de o galaksinin merkeziydi...
~☆~
"Kanlı Yıldız şimdi de İstanbul'da mı!" Changbin bilgisayarından açtığı gazeteyi JK'e gösteriyordu. JK oldukça sakindi. "Güzel," dedi yüzünü bilgisayardan Changbin'e dönerken. "İstanbula gidiyoruz." Changbin hayretle ona bakıyordu. "N-ne dedin sen?"
"İstanbul'a gidiyoruz dedim."
"İyi de, bunun yerine fotoğraf isteyebiliriz. Yani sırf bu yüzden İstanbul'a gitmeye gerek yok." Jungkook ona ifadesiz bir yüzle bakıyordu. "Olay yerini hissetmem gerek. Eğer gelmeyeceksen tek başıma da giderim."
"Ahh, peki... Seninle geleceğim."
"İyi..." Jungkook onun gelip gelmemesini çok ta önemsiyor gibi değildi. Sadece oraya gitmek istiyordu. Her şeyi canlı canlı görmek istiyordu. "Yarın bu saatte havaalanında olalım." Changbin danışmana hiçbir şey demeden uzun bir süre baktı. Ve sonra "Tamam..." dedi. Jungkook kapıya doğru yürürken duraksadı. Henüz Changbin'in göz atmadığı dosyalara baktı. Bir tanesi dikkatini çekmişti. Yavaşça masaya ilerledi ve dosyayı eline aldı. "Gözleri olan bir ağaç...?" Changbin onun ne dediğini anlamamıştı. Jeon kağıdı dosyadan çıkarıp komisere uzattı. "Aman tanrım..."diyebildi sadece Changbin. Gördüğü şey onu rahatsız etmiş gibiydi. "Bunu... Bir insan bunu neden yapar ki?" JK uzun bir süre durdu. Kendini katilin yerine koyarak çözüm üretmeye çalışıyordu. "Suçlu ağaca önceden oyuklar açmış, daha sonra ise kurbanların gözlerini yerinden çıkarıp oyuklara yerleştirmiş. Aslına bakarsanız basit bir cinayet değil, şekil verilmiş ve özen ile yapılmış. Yani bunu yaparken işine gerçekten adapte olmuş ve zevkle yapmış, aldığı zevkin intikam ile bağlantısı olduğunu düşünmüyorum çünkü eğer öyle olsaydı kurbanın diğer parçalarını da sergilerdi, onu bir nevi rezil etmiş olurdu. Ancak burada sadece gözler var. Katil, o bunu sanat olarak görüyor olmalı..." Changbin bir kâğıda bir de JK'e bakıyordu. O gerçekten de çok dikkatli bir FBI danışmanıydı. Hatta tek başına FBI dı. "İstanbul biraz bekleyecek gibi görünüyor-" JK onun sözünü hızla kesti. "Bunu bugün hallederim, yani hallederiz. Yarın da Kanlı Yıldız vakasına bakarız." Changbin şaşkınlıkla ona bakıyordu. Neden Kanlı Yıldız'ı bu kadar takmıştı? Gerçi kafaya takması çok normaldi çünkü son bir yılda yüz kırk iki insanı öldürmüştü. "Cesetler," dedi Jungkook kapıya yönelirken. " ağaca en az dokuz metre uzakta bir yerde olmalılar. Çöp olarak kullandığı bir yer vardır." Sonra ofisten çıktı. Jungkook o kadar rahattı ki yüzünde endişe ve heyecana dair hiçbir belirti yoktu hatta hemen hemen her zaman ifadesiz bir yüz ile dolaşırdı. Changbin aval aval kapıya bakıyordu. "Sherlock seni görse kıskanırdı." Dedi sesini Jungkook'un duyacağı bir yükseklikte. Sonra kapı açıldı. JK komisere bakıyordu. "Ah hayır, kıskanmazdı. Watson'ın da dediği gibi Dünya'nın dönüp dönmemesi bile umrunda değil onun. Ayrıca hafif kibirli biri. Yani beni kıskanacağını zannetmiyorum" Sonra tekrardan çıkıp kapıyı kapattı. Komiser hayretle kapıya bakıyoru yeniden. Bunu lafın gelişi söylemişti, neden bu kadar abartmıştı ki? Sonra elindeki dosyayı masanın üzerine koydu ve ofisi kilitleyip oradan ayrıldı..
-Gardaşlar gözleri olan ağaç derken böle bişiyi kastettim
- Ve bu fici okyonus okyonus niye oylamionuz yıldız dileniom burda 🙏🙏🙏
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İmpossible / Hyunlix
FanfictionGüneş ve ay gibiydiler, birinin doğması için diğerinin batması gerekiyordu...