10

25 8 5
                                    

İki kişi okuduğunu belirtmişti açıkçası pek motivasyonum yok ama bir kişi bile okuyorsa yazacağım demiştim o yüzden burdayım.
Yorum yaparsanız sevinirim.
İyi ki varsınız
.
.
.

Tereddütle tıklattığım kapı tokmağıyla bir adım geriye çekilip boğazımı temizledim.

Birkaç saniyeye kalmadan kapı açıldı

"İyi akşamlar Bayan Kang"

Bayan Kang o sakin yüz ifadesiyle beni görünce hafif tebessüm etti

"Hoş geldin Beomgyu içeri geç"

"Yok ben hiç gelmeyim Taehyun müsaitse bir dakika çağırabilir misiniz?"

Çok geçmeden Bayan Kang, Taehyun'u çağırmak için giderken Taehyun odası olduğunu bildiğim kapıdan çıkıp eşikte bekleyen bana doğru geldi.

Beni burda görmeyi beklemiyordu, açıkçası ben bile kendimi burda görmeyi beklemiyordum, çok anlaşılmayacak bir doğallıkla beni süzünce ben de heyecanımı kenara bırakıp konuşmayı akıl edebildim.

"Selam Taehyun"

"Hoşgeldin hyung içeri geçseydin ya"

"Yok, çok kısa bir şey soracaktım"

Kapıya yasladığı omzuyla bana odaklanınca cümle kurmak zor gelse de kendime bir çeki düzen verdim.

Aklımda ya reddederse diyen kısım beni geriyordu ama artık buraya kadar gelmiştim, geri dönüşü kaçıralı çok olmuştu.

"Birkaç arkadaşla basketbol maçı yapacağız takımda bir kişi eksik belki gelmek istersin diye bir sorayım dedim?"

Evet duraksamadan tereddüt etmeden kurabildim bu cümleyi sırf bunun için bile kendimi tebrik ederken Taehyun birkaç saniye bile geçmeden yapıştırdı cevabını

"Olur, bana beş dakika ver"

Beni kapıda öylece bırakıp içeri geçmesi ve üstüne bir şeyler-bir şeyler diyorum çünkü o an kafamı toplayıp bakamayacak kadar şaşkındım- geçirip gelmesi birkaç dakikasını aldı.

Sonra aşağı indik IN bizi kapıda bekliyordu birkaç saniye içinde Taehyun ile tanıştılar.

In oldukça konuşkan olduğundan yol boyu hiç sessizlik olmadı, Taehyun'u çağırmak iyi bir fikir miydi bu tartışılırdı ama içten içe mutluydum işte.

Sahaya geldiğimizde Hyunjinler çoktan oradaydı. Her ne kadar Taehyun'a sanki çok basit bir maç gibi lanse etsem de yol boyu In'den dinledikleri üzerine o kadar da masum bir maç olmadığını anlamıştı sanırım.

Öyle ki en az In kadar agresif oynuyordu. Bu durumdan en mutlu çıkan kişi tabii ki yine In olurken terlediği için alnına yapışan sarı saçları ya da topu kaçırırken attığı fakelerle ne kadar çekici gözüktüğü ise beni çok farklı noktalara götürüyor tüm odağımı o aptal turuncu toptan kendine çeviriyordu.

Sonuç olarak o potadan bu potaya koşmakla geçen bir yarım saatin sonunda Bangchan'a blok yapmaya çalışan kuzenim yanlışlıkla yarım kiloluk topa kafa atıp bir de üstüne düşmanı olarak nitelendirdiği Hyunjin'in kucağına düşünce mecburi bir ara verdik.

In hâlâ başında duran bir iki kişiyi oyalarken koşmaktan pelte olan bacaklarımla sırtımı tel örgülere verip dizlerimi kırdım.

Olduğu durumu abartıp Hyunjin'in başının etini yiyen In zırlamaları arasında soğuk su sayıklayınca Jake, In bizi daha fazla utandırmadan karşıdaki markete kadar gidip herkese yetecek kadar su ile geri döndü.

O sıra Felix kafasına dikip yarısına kadar nefessiz bitirdiği şişeyi umarsızca kenara bırakıp o da kendini benim gibi yere attı.

Sırtını tellere vermek yerine yan oturup bana dönmeyi tercih edince ben de kaçak bakışlarımı kenarda Bangchanla laflayan Taehyun'dan ayırmak durumunda kaldım.

"Çarşamba yoktun?"

Ter içinde kalmış ensemi serinletmeye çalışırken çillerin dağıldığı şirin yüze baktım

"Biraz rahatsızlandım evde yattım"

Ensemdeki saçları elimle kabaca tarayıp alnıma yapışan telleri de tek elimle geriye yatırırken Felix küçük bir geçmiş olsun mırıldandı. Kibarlığı karşısında hafifçe gülümseyip teşekkür ettim.

Tüm bu süre boyunca farkında olmadan gözlerime giren tellerle cebelleşirken Felix beklenmedik bir şekilde kıkırdayıp dizlerinin üzerine geldi.

"Saçların başına bela yine"

Bana takılmak için söylediğini bildiğimden tebessüm etmekle yetinirken bileğinden çıkardığı tokayla saçlarımı toplamasını seyrettim sessizce.
Yeni tanıştığım insanlarla birden teması ilerletebilen biri değildim yine de rahatsız hissetmediğimden sadece oturmaya devam ettim.

"Tanrım saçlarına ne sürdün de böyle yumuş yumuş oldular?"

Felix hayretle bir bana bir de elleri arasından kaydırdığı saç tutamlarına bakarken hayretle dudaklarını büzdü

Ben o kadar terliyken bunu nasıl tiksinmeden yaptığını sorgulamadım anlaşılan bu durum onun için problem değildi.

Yüzümde ufak bir tebessümle cevap vermek adına ağzımı açtığımda üstümüze düşen gölgeyle dikkatim dağıldı.

"Su iç hyung koştun bir sürü"

Taehyunun içmem için uzattığı suyu alırken teşekkür etmemle Felixin sorusu araya kaynadı.

Taehyun hâlâ tepemizde durmuş ikimizi izlerken Felix pek oralı olmayarak  bir gün mutlaka saçlarımı örmek istediğini söyleyip elindeki lastikle yarım bir atkuyruğu şeklinde bağladı saçlarımı.

O sıra In sonunda aramıza katılınca ayaklandı herkes. Ben de oturduğum yerden kalktım.

Tekrar oyuna döndük.

Hyunjin bile bile sadece In'i tutarken haddinden fazla temasları insana çeşit çeşit şey düşündürüyordu. In'e sorsanız sadece rakip olduklarını söyler geçerdi ama Hyunjin'deki o bakış başka bir bakıştı.

Tüm bu olanları In'in Hyunjin'in tepesini attırması olarak yorumlayabilirdiniz ama o bakışlar bunun öylesine bir rekabet olmadığını izah etmeye yeter de artardı.

Nerden biliyorsun diye sormayın biliyordum işte.

Maç ilerlerken birkaç sayı bulma şansım oldu. Öyle ahım şahım oynamıyordum belki ama gruba köstek de olmuyordum hani.

Karşı takımın iyi olduğunu bildiğimden kendimi yenilsek dahi kötü hissetmeyecektim ama gelin görün ki herkes benimle aynı fikirde değil gibiydi.

Özellikle In ve Taehyun canla başla sayı atmaya çalışıyor potadan seken toplarla daha da agresif oynuyorlardı.

Hyunjinlerin takımdan Eric zaten basketbolcu olduğundan olağanın çok üstünde oynuyor Hyunjin'in yanında bizimkileri zorluyordu.

Tribünden izliyor olsam hunharca zevk alacağım bir maçtı ona şüphe yoktu ama koşmaktan bitkin düşen bedenim sahayı bir kez daha turlamaya güç bulamayınca nefes nefese durdum.

Diğerleri oyuna devam ederken ellerimi dizlerime koyup In'in üçlüğünün girmesini seyrettim.

"Yes bee!"

In sonunda giren üçlüğü için sahayı turlayıp üstüme atlayınca kafamın dibinde bağırmasıyla gözlerimi yumup kaçmaya çalıştım.

Deli kuzenim ne ara eline aldığını bilmediğim şişeyi kafamdan aşağı boşaltırken böğürüyor bir diğer yandan da tepindiğinden elinden kaçmamı iki kat zorlaştırıyordu.

Sonunda In'in bağırmaları bittiğinde sırılsıklam olmanın şokuyla ellerimi iki yana açıp In'e baktım.

Love is Untangible || taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin