Saat dokuz buçuğu bulduğunda Soobin'e artık gitmem gerektiğini söyleyerek mekandan ayrıldım.
Yeonjun'la evleri aynı tarafta olduğundan kendisi onunla gidecekti bu yüzden gözüm arkada kalmadan içeride bunalıp çıkardığım montu giydim.
Hava soğuktu ama soğuk iyi geliyordu aklım üşüyen bedenimde kalıyor en azından kendimde kalıyordu.
Ellerim ceplerimde eve varıp anahtarla içeri girdiğimde kapıda babamın ayakkabılarını göremedim.
Geç saate kadar çalıştığı günlerden birinde olduğumuzu o an anlarken kapıyı arkamdan kapatıp içeri girdim.
Girişteki holün ışığı yanmadığından etraf karanlıktı. İçeri doğru bakınıp annem yattı mı yatmadı mı algılamaya çalıştıktan sonra hiçbir ses duymayınca direkt odama geçmek istedim.
Tam mutfağın önünden geçerken aralık kapıdan gördüğüm manzarayla durdum.
Yavaş adımlarla mutfağa girip ışığı yaktığımda yemek masasında oturan bedenle ensemden bir ürperti geçti.
"Anne?"
Yeri izleyen bakışları seslenmemle daldığı parkelerden bana döndü.
Bakışlarındaki manasız ifade benimle buluşunca değişirken elini masaya vurdu sakince.
Bu hâli daha da gerilmemi sağlarken aynı eliyle bir kez daha vurduğu masada gözlerimi gezdirdim.
Akşam yemeği için kurulduğu belli olan masada üç tabak varken hiçbirindeki yemeğe dokunulmamıştı.
"Bu evde akşam yemeğine gelinmeyecekse neden haber verilmiyor?"
Yavaşça oturduğu sandalyeyi iterek kalkıp baygın ama aynı zamanda öfke dolu bakışlarını bana çevirdi
Arıza gününde olduğu daha başından belliydi.
Yorgundum, Taehyun'un omuzlarıma bindirdiği yük arkamdan dünyayı çekiyormuşum gibi hissetmeme yetiyorken on yedisinde bir genç olarak haddinden fazla yılgındım.
Aklımdan bir kaç alternatif geçirdim, faydası yoktu, aynı senaryoyu defalarca yaşamıştım ve bir kez daha yaşayacağımı biliyordum işte.
"Kütüphaneye uğramıştım saati fark etmemişim"
Normalde de zaten akşam yemeğine beklenmediğimi dillendirmedim.
Tepkisini ölçercesine tane tane kurduğum cümle annemde zerre işe yaramazken birden gülmeye başlamasıyla bir adım geriler gibi oldum.
Bedenim beynimden farklı tepkiler vermek istese de onu burda durmaya zorladım
Sonunda kahkahası bitince aniden dönüp kalktığı sandalyeyi kavradı.
Başıma geleceği anladığımda artık kelimelerin gücüne olan inancım aramızda değildi.
Demir sandalye havada süzülmeden önce tek tepkim yüzümü korumak adına korkuyla sırtımı dönmek olurken pervaza yasladığım elim sayesinde yere kapaklanmaktan son saniye kurtuldum.
"Sen de baban gibi yalanlar söylemeye başladın ha? Anlamam mı sandın? Ben aptal değilim!! Kandıramazsınız beni! Kandıramazsınız!"
Bağırışlarla başlayan cümleleri kendini tekrar ederek fısıltılara dönerken sırtımda hissettiğim yoğun acı odağımı yitirmeme neden oluyordu.
Kemiklerim iç içe giriyormuşçasına etime batıyordu. Soluğumu kesen ağrı yaşadığım anın verdiği adrenalin yok oldukça daha da gerçekliğini hissettiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love is Untangible || taegyu
FanfictionTaehyun'u seviyordum ama bu onu hiç alakadar etmiyordu. Bu hikaye materyalist dünyada hiçbir karşılık beklemeden Taehyun'a kalbini veren Beomgyu'nun hikayesidir. . . . Tüm hakları yatağımın altındaki canavarda saklıdır.