bölüm 19:

25 3 9
                                    



öyle yaptım.
aç susuz, kanım çekilmiş dudaklarım morarmış, damarımdaki akan kan durmuş. bir tanrı tasvir eyledim görkemli mermerden soyulup gelmiş o heykele. başka bakan gözlere özeni yoktu ama ben derimi soyup onu canlandırmayı yeğliyordum. yaratılışım yetmiyordu, insanlığım vadettiği bir değildi yazgımla o heykelle. öyle yaptım. yaptım sandım. bembeyaz tanrı misali oyulmuş o mermere yansıyan bıçkın ayın ışığını, elimde tüm yetimliğimi sığdırdığım parayla aldığım kibritin ucuyla yakmayı istedim. öyle yaptım sandım. benim elimden çıkmış kibritin ateşi cirmin kadar yer yakacağını dahi kendime had eylemişim. o ateşin aleviyle derimi soldurdum da onunla kalakaldım.
o heykelin karanlığı benim üstümde nüfus ettirilirdi, o heykelin noksanlığı tek bende görülürdü. tutulması, amansız o aya olurdu. tüm bu ızdırabın kaburgalarımın arasında çevrilip duran iki tarafı keskin bir bıçağın görünür yüzünden o mermer tenine yansırdı ve ev sahipliği yapardı suskun dinginliğinde. yalnız, ben ellerimi nereye koyacağımı bilmezdim. ellerimi nasıl oynatacağımı bilmezdim. ne dua etmeyi bilirlerdi ne zanaatta sarf etmeyi. hiçbir şey bilmeyenler gözsüz olurdu, sözsüz olurdu; acıya bitişik olanlar çiğ olurdu, avunurdu öbür adıyla cehennemin. bilmez ellerim görüntünün üstüne kan olurdu da akardı mermer tenine, solurdu ve sinerdi. yetimin öpmek tek bildiği vefaydı. öperdi. sevdası tek bildiği felaketti, ağlardı.

"bırak, gideyim."

kapının koluna bakarak konuştum tüm gece inlemekten hırıltılı sesimle. kapının kolundan elimi avucunun içine aldı ve dediğimi duymamazlığa gelip saçlarımı kokladı. rahatsız ediyordu bu denli arsızlığı, bu denli sahipliği ve bu denli varlığımın ta kendisi olması. rahatsız ediyordu ve kurtulmamak için can atıyordu içim.

"seninle olabilmek için her şeyimi riske attım. seni bırakacağımı mı sanıyorsun?"

aklım ermiyordu, yetişmiyordum ona ne halt etsem. yarımdım.

geri gözlerine döndüğümde artık kendimi kabulleniş gözyaşlarım avaz avaz akıyordu yanaklarıma. benim ağladığımı fark edişi tüm günlük duygularından arındırmıştı bakışlarını. artık çığlık gibi endişe sızıyordu çatık kaşlarından ama bunu bilmek bile midemi bulandırıyordu. onu kitap gibi okumak midemi bulandırıyordu. elimle göğsünden ittirip sendelettim onu ve uzaklaştı benden.

"seni karanlıkta öptüm diye, ne denli acı çektiğini dinleme tenezzülünde bulundum diye seni tekrardan kalbime alacağımı mı sandın arsız herif? sen,"

duruldum, nefes alışverişim kıtlaşınca zorunda kaldım.

"sen zamanında bana bir adım gelseydin, ben sana gelirdim, her şeyimle. her gayemle, her hayalimle, her kabahatimle. ben sana her şeyimle gelirdim. gün oldu sonra. sen yok oldun, dilimi emdiğin anlar kafamın içinden sırtıma işlerken o koparamadığım dilinin varamadığı sözleri bir bir, çekinmeden söyledin. milyon önünde. hiçe saydın. kusur bildin. boynunun borcu, boynunun büküklüğü bildin. savaşmayı bilen hayatımdaki tek kadınla; ister sevgili belle, ister arkadaş. elinden tutup geldim dünyanın bir ucuna. sığamadım çünkü o koskoca ülkene. sen beni hiç olarak bilmekle kalmadın hayatla aramı da açtın. bir cinnet gibi işledin her anıma. sana söylediğim hiçbir söz, boş beleş değildi. sevgilim demem bile,"

duruldum. nefes almam kıtlaşınca, gözlerim bulanıklaşınca zorunda kaldım.

"değildi. bir kimsesizin sözü olup hayatında söyleyebileceği en güzel sözleri söylettin, en güzel görüntüyü gösterip gözlerinin varlığını anlatacak kadar güzeldin. sözümü aldın hemen sonra emir gibi, gözlerimi bağladın. senin her dokunuşunda şu üstümde,"

ellerimi giydiğim şeyi çekiştirirken buldum.

"ne varsa fazlalık etti. sokulup teninde kalmak isterken ben... yetmedi. yetmedi beni kullanmaların, tek gecelik ettin. herkesleştirdin. özür buyurmadın, kestirip attırdın. geldiğinden bu yana paranla hava ettin, beni satın alacağını bile düşündün. hiçbir şey olmamış gibi, bunca yıl geçmemiş gibi tüm, tüm zayıf noktalarımı buldun. zevkten dört köşe oldum, cennete gidip geldim fakat sana göstermeyi hiç istemedim. ama allah kahretsin ki başka birini hayal etmeye çalışsam bile senin mavi gözlerinde bittim. boğuldum. yukarı çıkamadım."

dizlerinin üstüne düştü satoru gojo. başını eğince sırtında görmediğim yaralar gözüme ilişti. sırtının her yerindeydi aynı yara izi. yanık gibiydi, demir izi gibiydi. binbir izdi ve ömür boyu geçecek gibi değildi. anlattıkları doğru diye düşündürdü beni o an. başımdan kaynar sular döküldü. eğik başını kaldırdı yukarı. ağlıyordu o da. dökülen su yakmıştı. derimi değil, canımı.

"affet suguru. beni kötü bil, kalbimi kıracak şeyler söyle, yak beni, acı çektir bana. alışığım bunlara ama düşünme daha az acı vereceğini. senden gelene değilim. dün geceki tokatlar yetmediyse tekrar at, burada adımı bitir. yakıp yık. beni sat. senin imzan altında bir hiç olduğumu her gece manipüle edermiş gibi anlat bana. sana anlatacağım her şey bahane biliyorum. kabahatim haddimden büyük. gururum ilgisiz. ben bir pisliğim ama beni bir daha senden mahrum etme. sana yalvarıyorum."

durakladı.

"lütfen suguru. gitme."

artık burnundan nefes alıp vermiyordu. ağzından alıp veriyordu ve nefes alışverişi sıklaşmıştı, odayı bir tek onun nefes sesleri doldurur olmuştu. gözlerinin odağını kaybolmuştu, tüm bedeni nefesini yakalamaya uğraşıyordu ama hala konuşmaya çalışıyordu çaresiz vurulmuş bir yaban hayvanı gibi.

"gitme."

yanına ansızın çöküp ağzını kapattım avucumun içiyle ve burnundan nefes alana kadar bekledim. bu sessizlikte onu gözlerinden akan yaşları gördükçe gözyaşlarıma hakim olamıyordum. gözlerinin yaşları elimin üstüne akıyordu artık, gözlerinin odağı yüzümün tek bir noktasıydı. kriz geçirecek raddeye geldiğinde elimi çeker çekmez bileğimden tutarak tekrar çekiştirdi beni.

"gitme. canımı canın bil ve gitme. kafanı toparlaman gerekiyorsa ben seni hayatının bir köşesinde beklerim. her köşede. affedersin beni kafasıyla gelmemiştim buraya zaten. uzun zaman geçer diye düşünmüştüm ama yine de seni görürüm hayaliyle dayandım bedenime dayatılan tüm katliama. yokluğunda yaşadığım tüm sızıya, kedere."

gözlerimi çektim yüzünden, bunu yapar yapmaz kolumdaki tutuşu sertleşti ve kafamı zorla çevirdi.

"gitme suguru. bozuldum artık, bir değerim kalmadı sen olmadan. çirkinleşen bir mal oldum değil mi artık gözlerinde? ne kaldı bayıldığın satoru'dan geriye? lütfen söyle. lütfen söyle bileyim. gözlerim mi? saçlarım mı? lütfen söyle seni o kalan yerimle, onunla cezbedeyim önceki gibi."

bir şey dememi bekliyordu ezik büzük sözlerine. sözlerindeki öfkesini gösteremiyordu gözlerindeki yaşları. kaybetme korkusu, kabullenme korkusu ve bitirilmiş bir hayatı vardı artık onda. gözlerinin feri yoktu, saçlarının canlılığı. teninin mermerliği yoktu, oyulmuş hatları silinik. yazılan mısraları gözlerime bakarak okumaya gücü yetmezdi şimdi çünkü kendinden katacak bir yanı yoktu. dokunduğu yer kanar, okuduğu mısralardan hallice sözleri lanetlerdi şimdi beni. bana bu perişan neticesinde neyin beni cezbettiğini sorguluyordu. bozulup atılmış oyuncak gibi karşımda ne ikna ediciydi, ne güçlüydü yeniden sarmalaması sevdamı.

sözlerinde artık ne yaşı vardı ne adı. bu bilmediği toprakların üstünde, bilmiyordu kimse kim olduğunu, sorulmuyordu artık ona bir şey. haberi yoktu bana ne oldu, ne bitti. ümit duyulmuyordu artık ondan,

diye sanıyordu.

benim ne olduğumu bilemeden, benim ondan gelenleri, ona aitleri hayat boyu devam ettiremeyeceğimi bilemeden. söylemeye dilim yetseydi güzelliğini, beni yalancı bilirlerdi oysaki. gözlerini kapatınca üşüdüğümü bilseydi, beni kolay sanardı belki. en ufak dokunuşunda dua ettirdiğini bilseydi, kazırdı tüm dokunuşlarını derime aşikar ki, vücudunda kusur saydığı her yeriyle sevişebileceğimi bilse, vücudunda göstermekten kaçındığı her zerresiyle aşka düşebileceğimi bilse güneşi verirdi elime, elimdeki çakmaktaşıyla patlardı tüm bu kördüğüm curcuna. karşımda böyle durması erken indirmişti o günün akşamını sanki ama saat daha çok erkendi.

"sana son bir şans vereceğim, satoru gojo. özür dile."

Monolog Senaryo // satosuguHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin