18. Uzak

367 23 16
                                    

8 ay sonra...

"Annecim, abartma istersen. Babasız büyüyen ilk çocuk değil sonuçta," dedim, sesimde bir kararlılık vardı ama içimde annemin gözlerinden akan yaşları gördüğümde duyduğum suçluluk ağır basıyordu. Annem başını hafifçe eğdi, gözlerinden akan yaşları saklamaya çalışıyordu ama onun bu hali, içimdeki acıyı daha da derinleştiriyordu. Videolu konuşmamız için ısrar ettikten sonra böyle yapması beni çok üzüyordu.

"Ah be kızım, tabii ki değil," diye cevapladı, sesi çatlamıştı. "Ama o çocuk babasını aramayacak mı? Bir gün sana 'Babam nerede?' diye sormayacak mı? Kalbinde bir eksiklik hissetmeyecek mi?" Gözlerime baktığında, içindeki hüzün ve korkuyu derinlemesine hissettim. Onun endişeleri, aslında benim de en büyük korkularımdı.

"Annecim," dedim, sesim titremeye başlamıştı. "Bal, bu kız anneannesini özlemeyecek mi? O sevgiyi, o güveni nerede bulacak?" diye sordu, sesi daha da kırılganlaşmıştı. Onun bu sözleri, içimdeki kararlılığı sarsmaya başladı. Ama sonra, aklıma Barış geldi, onun doğuma bile gelmemiş olması, bu kararı ne kadar doğru verdiğimi bir kez daha hatırlattı bana.

"Annecim, bol bol geleceğiz. İstediğin zaman sen de gelirsin yanımıza, beraber tatillere çıkarız. Ama lütfen, bu kararı daha da zorlaştırma," dedim, bu sefer sesimde daha fazla kararlılık vardı. "Doğuma bile gelmeyen bir babadan bahsediyorsun şu an. Öyle bir babayı aramaz kızım," dedim, sesimdeki sertlik beni bile şaşırtmıştı. Ama bu sertlik, aslında içimde kopan fırtınayı bastırmak içindi.

Annem, bu sözlerim karşısında sessizleşti. Gözlerinde bir umut kırıntısı görmek istedim ama sadece derin bir hüzün vardı. Gözlerinden akan yaşlar, benim de içimde birikmiş olan gözyaşları gibiydi, ama ben onları bastırmak zorundaydım.

Yayladan ayrıldıktan sonra, Barış'ı sadece bir kez gördüm. Bodrum'daki yazlığımıza gelmişti, konuşmak için. O gece, sanki geçmişin bütün yükünü omuzlarımızdan atmaya çalıştık. Konuştuk, tartıştık, ağladık... Ama sonunda, kararım değişmedi.

Onu deliler gibi sevdiğim gerçeği bile kararımı değiştirmemişti. Çünkü bu sefer sadece kendi hayatımı değil, kızımın da geleceğini düşünmek zorundaydım. Barış'a olan aşkım, içimde bir yerlerde hâlâ güçlü bir şekilde varlığını sürdürüyordu, ama aynı zamanda o aşk, beni tüketiyordu.

Bavulumun fermuarını çekerken, annemin endişeli bakışlarını üzerimde hissediyordum. Gözleri dolmuş, dudakları titriyordu. "Amerika'da kimin yanına gideceksin kızım? Sana bir şey olursa ben sana nasıl ulaşacağım? Size nasıl ulaşacağım, Bal?" diye sordu, sesi neredeyse kırılacak gibiydi. Onun bu hali, içimde derin bir acı yaratıyordu, ama gitmek zorundaydım.

Bavulun üzerine eğilip son bir kez kontrol ettim, sonra derin bir nefes alarak telefonumu elime aldım. "Anne, bunları daha önce konuştuk," dedim, sesimdeki sakinliği korumaya çalışarak. "Sana söz veriyorum geri geleceğim, ama gitmem lazım. Burada kalmak... artık mümkün değil." Annem, gözlerindeki yaşlarla başını salladı. Kalbinin derinlerinde bu kararın kaçınılmaz olduğunu biliyordu, ama bunu kabul etmek ne kadar da zordu.

O sırada bebek yatağından gelen ince ağlama sesi, aramızdaki diyalogu sonlandırdı. Alara'nın ağlamasıyla ona doğru yöneldim. Küçük yüzü kırışmış, gözleri yaşla doluydu. "Sen acıktın mı, bebeğim? Anneyi mi özledin?" diye fısıldadım, onu nazikçe kollarıma alırken. Alara'nın sıcaklığı içime işledi, minik elleriyle bana sarılması içimdeki boşluğu bir anlığına doldurdu.

"Gel seni doyuralım," dedim, kucağımda huzurla kıpırdanan Alara'yı emzirmek için yatağa otururken.
Alara'yı nazikçe yatağına yatırdım, minik bedeninin uykuya daldığını görmek içimi biraz olsun rahatlattı. Derin bir nefes alarak bavullarımın arasında yürüdüm, salona geçmek üzereydim ki zil çaldı. Kalbim hızla atmaya başladı, kim olabilir diye düşünerek kapıya doğru yöneldim.

Media Duties +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin