Sessiz Fırtına

49 3 0
                                    

Sabahın ilk ışıkları odanın perdesinden sızarken, uyandığımda geceden kalan ağırlık hala üzerimdeydi. Kalbim bir türlü sakinleşmiyordu. Yoko ile aramızdaki buz gibi soğukluğun arasında sıkışıp kalmıştım. Dün gece olanları, her hareketini, her kelimesini tekrar tekrar düşündüm. Ama artık geri dönüş yoktu. Bugün, derginin fotoğraf çekimi ve röportajı vardı ve her şeyden önce profesyonel olmalıydık. Bunu yapmalıydım, ne kadar zor olursa olsun.

Hazırlanmak için banyoya gittim. Sıcak suyun altında biraz olsun rahatlamayı umarak, zihnimde bugünle ilgili düşüncelerle doluydum. Gözlerimin altında yorgunluğun izleri vardı. Aynadaki yansımam, bana bu sabahın ne kadar zor geçeceğini hatırlatıyordu. Yoko ile aramızdaki mesafeyi, o soğuk duvarı nasıl aşacağımı bilmiyordum. Ama yine de bunu yapmak zorundaydık. Gülümsemek, soruları yanıtlamak ve dışarıdan mükemmel bir çift gibi görünmek zorundaydık.

Hazırlandığımda, Yoko'nun da aynı şekilde sessizce hazırlandığını gördüm. Göz göze gelmemek için ikimiz de birbirimizden kaçınıyorduk. Onun üzerindeki beyaz elbise, zarif ve sade bir şıklık yayıyordu. Ama aramızdaki soğukluk, o şıklığı bile donuklaştırmıştı. Ne bir kelime ettik, ne de bir bakış. Sadece sessizlik.

Fotoğraf çekimi için stüdyoya vardığımızda, üzerimize düşen rolü oynamaya hazırdık. Makyözler ve stilistler etrafımızda dönüp dururken, içimdeki huzursuzluk daha da arttı. Yoko'nun bana hiç bakmaması, aramızdaki gerginliği daha da derinleştiriyordu. Ama dışarıdan bakan biri için, her şey mükemmeldi.

Çekim başladı. Kameralar, ışıklar, flaşlar... Hepsi üzerimize çevrilmişti. Her bir karede, Yoko ile aramızdaki soğukluğu gizlemek için yüzüme zoraki bir gülümseme kondurdum. Sanki bir parça plastik gibi, sahte, donuk bir gülümsemeydi bu. Ama kimse fark etmedi. Yoko da aynı şekilde rolünü oynuyordu. Kollarımız birbirine dolandı, ellerimiz kavuştu, ama hiçbir şey hissetmiyordum. Onun dokunuşu bile yabancı geliyordu artık.Fotoğraf çekimi ve makyaj faslı biter bitmez, röportaj için hazırlanan alana geçtik. Yoko ile aramızdaki mesafe fiziksel olarak çok azdı, ama duygusal olarak o kadar büyüktü ki bu aradaki boşluk adeta somut bir engel gibi hissediliyordu. Oturduğumuz kadife kaplı sandalyeler rahattı, ama aramızdaki gerginlik her şeyin üstüne ağır bir örtü gibi çökmüştü. Muhabir, önümüzdeki sehpanın üzerine yerleştirdiği notlarına göz atarken, samimi bir gülümseme ile bize döndü.

"Öncelikle sizi burada ağırlamak büyük bir onur," dedi, gözlerini kısa bir an için Yoko'dan bana kaydırarak. Bakışlarında hafif bir oyunbazlık vardı, bu bana anında sinyal verdi. Sanki bu röportajı bir iş olarak değil, kişisel bir fırsat olarak görüyordu. Bunu hemen fark ettim ve anında kendimi savunmaya aldım, ama dışarıdan belli etmeden.

"Bizim için de öyle," diye karşılık verdim, sesi yeterince sıcak tutarak. Yoko, sessiz kaldı. Bakışları önündeki kahve fincanına sabitlenmişti.

Muhabir, bize doğru hafifçe eğildi. "Evliliğiniz son derece göz alıcı. Peki, bu süreçte en çok neyi öğrendiniz?" diye sordu, sesine meraklı bir ton ekleyerek.

Bu soru, her ne kadar yüzeysel gibi görünse de, aramızdaki gerilimi hissettirmek istemediğim için dikkatli cevap vermeliydim. Gülümsedim, ama bu gülümseme, sabahki gibi zoraki değildi. "Birbirimizi daha yakından tanıdık," dedim. "Zorlukları birlikte aşmayı, aynı zamanda birbirimize güvenmeyi öğrendik."

Yoko, sadece başını sallamakla yetindi, ama bu hareket bile soğuktu. Muhabirin ilgisi, bana doğru kaydı. "Güven çok önemli, değil mi? Özellikle böylesine göz önünde olan bir ilişki için," dedi, gözlerini derinleştirerek bana baktı. Bu bakışlar, sanki sadece kelimelerden öte bir anlam taşıyordu. Gözlerini bir anlık bile olsa benden ayırmadı. Kalbimde hafif bir kıpırtı hissettim, ama bunu hemen bastırdım.

GÜÇ SAHNESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin