Her zamanki gibi içimde bir yerlerde küçücük bir umut ışığı olsada gerçeklik buradan asla çıkamayacağımızı gösteriyor. Madem çıkamayacağız, o zaman niye bu kadar acıya katlanıyoruz? Niye hala yaşıyoruz? Önceki ruh halim " niye kurtarılmıyoruz?" Diye sorgularken, şimdiki ruh halim " niye ölmüyoruz?" Diye sorguluyor yaşadıklarımızı. İnsan böyle işte, değişiyor, kötü şeyler yaşadıçka düşünceleri değişiyor, hayata olan bakış açısı değişiyor. Yine kötü şeyler olacak mı? Diye sorguluyor küçük bi şey olduğunda bile. Bu alevi değil buzu olan, sıcağı değil soğuğu olan cehennemden kurtulamıyoruz. Belki de dünyanın sonu da yangınlarla alevlerle değil, buzlarla soğuklukla bitecek.
Kimine göre dünyanın sonu alevle biticek, kimine buzla.
Böyle bir laf vardı, onu hatırladım şimdi. Bizim dünyamız buzla soğuğa karşı enkazların altında dayanmaya çalışırken bitecek ve yavaş-yavaş bitiyor sanırım. Dayanamıyorum artık, dayanamıyoruz. Kimse normal hayatını yaşarken birden-bire böyle bir cehennemin ortasına düşeceyini bilmezdi. Ben yıllar sonra hayatı anlamaya çalışırken Hakanın konuşmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım.
Yüzünü bana doğru çevirip kinayeli bir gülüşle sordu,
"Mercan,"
"Efendim,"
"Sen çok kurnaz bi kızsın."
Kurduğu bu cümle beni çok şaşırttı. Ne yapmıştım ki ben?
"Aa, neden?"
Şaşırmış bir ifadeyle söyledim, bir yandanda ne diyeceyini merakla beklerken.
"Hepimize nasıl ailelerden çıktığımızı, nasıl şartlarda büyüdüyümüzü, kısacası hayat hikayelerimizi anlattırdın. Peki ya sen? Seni unutmayacağımızı mı sandın? Anlat hadi."
"Kendim hakkında konuşmayı pek sevmem."
"Hadi ama Mercan, biz de merak ediyoruz."
Alevin ısrarcı ses tonu onun da merak etmesine işaretti.
"Ben size zorla anlattırmadım ki. İçiniz rahatlasın diye siz anlatırken dinledim."
Anlatmak istemezcesine söyledim.
"Mercan biliyosun ben ısrarcı biri değilim, ama anlatmak istersen dinlerim. "
Rüzgarın da dinlemek istediğini anlayınca söze başladım.
"Teşekkür ederim, Rüzgar. Tamam, anlatıyorum."
Belki de o enkazların içindeki tüm havayı içime çekip derin bir iç çektikten sonra yutkundum. Anlatmaya başlamak için boğazımı temizledim, sanki çok mükemmel hayatım varmış da her kese anlatmak istiyormuşum gibi.
"Beni tanıyosunuz zaten, Mercan. Ben aslında çok köklü bir aileden geliyorum. Annem atletti, babamsa boksçu."
"Demek sporcu ailesi."
Alev olayı anlamak için söylediklerimi tekrarlıyordu.
"Evet, öyle. Annem atlet olduğu için benim de atlet olamamı istiyordu. Babam da onun mesleyini de biri devam ettirsin diye annemi erkek çocuk doğurmaya mecbur etti. Bi kaç ay sonra annem hamile kaldı, babamlar çocuğun erkek olacağına o kadar eminlerdi ki, ismini dedemin adı olan "Ferit" ismini koyalım dediler."
"Sakın bebek düştü deme."
"Hayır Alev, bebek düşmedi ama erkek değil kız doğdu. Ve adını da "Feride" koyduk. Babam biraz bozuldu tabi, ama n'apalım bebek kız oldu işte. Buna rağmen, annemin yeni doğum yapmasına rağmen hala yarışlara katılıyordu. Bir keresinde yine yarışa katıldı ve onu dört gözle onu izliyorduk televiziyondan. Evde hazırlıklar yapıyorduk, pasta yapmıştık, evi süslemiştik. Ve evet, o madalya aldı, eve altın madalyayla dönmesini bekliyorduk. Ama... ama annem gelmedi."
"Nasıl yani gelmedi?"
"Bildiyin gelmedi işte. Haber alamadık ondan, ertesi gün öyrendik ki, annem... trafik kazası geçirmiş."
Göz yaşlarımı tutamadım. Hıçkıra-hıçkıra ağlamaya başladım.
"Ya Mercan, biz böyle olduğunu bilmiyorduk. İyi değilsen anlatma istersen."
Alev beni sakinleştirmeye çalışıyordu.
Elimle göz yaşlarımı sildim ve anlatmaya devam ettim.
"Hayır, anlatacağım. Benim böyle bir annem varken onunla gurur duymak yerine ağlayacak değilim. "
"Tabi ki de gurur duyacaksın. Emin ol, annen de seninle gurur duyuyor."
"Daha madalyasını kutlamadan, onu tebrik etmeden göçüp gitti. Bi de ben aptal olduğum için sanıyordum ki, annem altın madalya alıp bizi terk etti. Daha yedi yaşım vardı, evde yeni doğmuş bir bebek. Kendime kızıyordum ki, anneme yardım etmedim o da bizden bıkıp gitti. Sonra babam...Babam ikinci kez evlendiyinde anladım annemin öldüyünü. Ben de o zaman kendime söz verdim. Annemin ruhunu yaşatacağım diye, en iyi atlet olacağım diye. Durmadım usanmadım, her gün atlet derslerine gittim bir kaç yarışlara katıldım madalya aldım. Ama artık yapamayacağım."
"Niye? Sen her şeyin en iyisini yaparsın."
"Görüyormusun halimi? Burdan kurtulmayı başarsak bile bacağımın biri yok artık, kesilmeli."
"Nereden biliyorsun? Belki öyle olmayacak. Sen en iyi atlet olacaksın."
"Hayır olmayacağım. Benim ne bacağım kalacak, ne de kariyerim. "
Sonra Hakanın konuşmaya daldığını duydum.
"Ben senin yüzlerce hatta binlerce atletten bile daha iyi olacağına eminim."
"Nasıl?"
"Diyelim ki, Allah korusun, bacağının biri kesilmek zorunda kaldı, yine de parolimpiyaçı atlet olarak kala bilirsin."
Hakanın bu cümlesi bana umut verdi, ona heyecan dolu gözlerle baktım. Sonra onun bana doğru yaklaştığını fark ettim. Tam aramızda iki santim kaldığında, inanılmaz bi şey oldu. Gözlerimi kapattım ve Hakanın dudaklarını kendi dudaklarımda buldum...
Arkadaşlar, benden Hakan ve Mercan sahneleri istediniz ve buyurun. Biraz ileriye gitmiş ola biliriz. Ama bence böyle iyi. Eğer kitabımı seviyorsanız başkalarının da sevmesini istiyorsanız arkadaşlarınıza, sevdiklerinize önerin. Beyenilerinizi ve yorumlarınızı bekliyorum. Hoşça kalın.😘
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHV+R
RomanceAşk ne garip bir duygu değil mi? Dağın başında denizin dibinde depremin ortasında olurken bile engel tanımıyor. Normal evlerde normal sokaklarda normal şartlarda değil, enkazın altında ezilirken aşık oldum ona.