İkindi saatleriydi. Arkadaki bahçede oturmuş elimdeki elmayı kesip yiyordum. Aradan kaç gün geçmişti ne Eliften ne o piç Ali'den ses vardı. Annemin anlattığına göre Kazım amca bu konuyu bir daha açılmamak üzere kapatmış kimseninde tekrar gündeme getirmesine müsade etmemişti.
Mahalle ki bir kaç gençten de Ali'nin haberini almıştım. Kürşat nasıl bir vaziyete sokmuşsa daha yeni yeni ayaklanıyormuş. Gram vicdan azabı çekmiyordum. Hak etmişti bunu.
Bugün haftasonu diye kendime tatil vermiştim. Ama artık yanıma bir çırak alsam iyi olurdu. Kahvehane tıklım tıklım oluyordu. Zor yetişiyordum işlere, gecenin sonundada yorgunluktan bitap düşüyordum hâliyle.
Bitmiş elmanın çöpünü ileriye fırlatıp ayaklanmıştım ki pencereden kafasını çıkarmış bana bakan annemi fark ettim.
"Al bakalım o çöpünü ordan" suç üstü yakalanan çocuklar gibi hissettim. Annem bahçesine kızı gibi bakardı. El mahkûm ilerleyip köşedeki elma çöpünü alıp ona gösterdim. Tatmin olmuş bir edayla gülümseyip içeri girdi.
Elmayı alırken toprağa karışmaya yüz tutmuş boncuk taneleri dikkatimi çekti. Diz çöküp tek tek toplamaya başladım. Çamurdan rengi pek göze gelmesede bunlar Kürşatın tesbih boncuklarıydı.
Hepsini topladığımdan emin olup eve girdim. Avcumdaki boncukları çamurdan arındırıp odama geçtim. Aklıma eskiden bize tesbih dizdiren Talip dede geldi. Mahallenin gençlerini dükkanına toplar güzel sohpetler eşliğinde tesbih dizdiritdi. Hürmet edilen biriydi.
Annemden tesbih için gerekli malzemeleri alıp işimin başına geçtim. 33lük tesbihin imamesinide dizdikten sonra şöyle bir baktım, tam istediğim gibi olmuştu.
Kürşata kendim vermek istiyordum ama nedense içimde bir çekingenlik vardı. Acaba akşam kendisi geldiğindemi verseydim. Sonuçta her akşam pencereden giriyordu odama. Artık kapıyı kullanmayı öğrenmişti tâbi.
Yatağıma uzanıp tavanı izledim. Şimdi elimde telefonum olsa orda burda zaman öldürürdüm. Ama böylede zaman geçmiyordu.
Bir müddet öylece kalakaldım. Ama sıkıntılı bir sesle yerimden doğrulup yataktan kalktım. Biraz mahalleye çıksam iyi olurdu. Hem belki tesbihi veresim gelirdi.
Kapıya doğru ilerlerken annemin mutfaktan sesi geldi. "Oğlum nereye?" Ayakkabılarımı giyip duvardaki aynadan saçlarımı elimle taradım. "Biraz dolaşıp dönerim birşey lazım mı?"
"Yok bitanem geçe kalma yemeğe yetiş."
"Tamam" elimdeki tesbihi cebime sıkıştırıp çıktım evden.
Ne kadar öylesine dolaşıcam dediysemde adımlarım Kürşatın evine doğru adımlıyordu. Sanırım onu görmek için kendimce bir bahane üretmiştim.
Evlerinin önüne gelince kapıda oynayan kardeşine seslenip yanıma çağırdım. "Ferit abi " elimi saçına atıp karıştırdım "nasılsın Ömer "
"İyiyim abi sen nasılsın" efendi çocuktu.
Yaşıtlarına kıyasla sakin aklı başındaydı. "İyiyim sağol aslanım. Abin nerde biliyor musun?""Şu caddenin ortasında bir çay bahçesi var. Orada Sedef ablayla oturuyor."
"Sedef mi o kim ki?" Belki düşündüğüm gibi bişey değildir diye bir umutla sordum. " Elif ablanın dostu hatırlamıyormusun mahallenin ablalarından."
Onu geçiştircesine onaylayıp ayrıldım ordan en iyisi kendi gözümle görmekti.
Adımlarımı hızlı tutup çay bahçesine doğru yürüdüm. Beş dakikalık yolun ardından mekana varmıştım. İçeri girip etrafa göz gezdirdim. Çok kalabalık olmasada doluydu içerisi. Neyseki onların oturduğu masayı görünce gözlerim direkt Kürşatı buldu.
Kaşları çatık karşısında ki kızı dinliyordu. Aralarında koyu bir muhabbet geçiyor gibiydi. Kıza bir şeyler diyince kızın elleri sevinçle ellerini buldu. Ellerini tutmuştu. Daha bunu yediremeden kendime kız yerinden doğrulup ona doğru eğildi ardından yanağını sıkıca öpüp mutlulukla yerine yerleşti.
Bu kadar samimilerdi yani. Elinin tersiyle yanağını silip yalandan bir kızgınlıkla kıza çıkıştı. Ama artık bu kadarı pek önemli değildi benim için.
Hemen mekandan çıkıp gittim. Cebimdeki tesbihin varlığıyla nefesim dahada daraldı. Atmak istiyordum ama kıyamıyordum da. Ben ne ara bu hale gelmiştim amına koyayım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FERİT (GAY)
FantasyNe yani ben 1986 yılında gôtünü veren bir ibnemiydim hemde ülkücü bir adama..