5 Ay Sonra
Hala her gün engeli kaldırdı mı diye telefonuma bakıyordum. Sabah, öğle, akşam. Günün bu üç zamanında elime telefonu alıp engeli kaldırdı mı diye küçük bir umutla bakıyordum.
Aptalcaydı.
Yinede bakmak zorundaymışım gibi hissediyordum kendimi.
Onun dışında günlük hayatım sıradan bir insanınki gibi düzene girmişti.
Şiir yazmaya başlamıştım. Kim içindi yazdıklarım emin değilim ancak yinede yazdığım o şiirler bana bir şeyler hissettiriyordu.
Şiirlerimde yansıttığım duyguları daha önce hissetmiş miydim bundan bile emin değildim.
Sanırım hissetmemiştim o duyguları, ama biliyordum bir şekilde o duyguların ne kadar kalp kırıcı olabildiğini.
Kimi zaman huzur hissettirirken kimi zaman hüzün ya da öfke hissettiriyordu şiirlerim.
Bazen geçmişe dönmenin korkusuyla ilgili olurdu şiirlerim, bazense gelecek kaygısıyla ilgili olurdu. Nadir olsa dahi sevgiyi de kaleme almışlığım olmuştu.
Oysa ben romantik birisi bile değildim.
Yeniden hazırlanmaya başladığım üniversite giriş sınavı için çalışmaya devam ediyor ve eskiden yaptığım hataların üzerine yeni hatalar yapmamak adına bazı şeylere dikkat ediyordum.
Çalışırken mutlaka süre tutuyor ve enerjimi yerinde tutmak için alkol yerine az şekerli kahve içiyordum.
Her şey harikaya yakındı. Kötü alışkanlıklarımdan da kurtulmuştum. Artık daha sağlıklıydım. Kendime en son iki hafta önce zarar vermiştim. Küçük bir çizikten ibaretti ve bu benim için büyük bir gelişmeydi.
Vücudum hala uyuşturucu ya da alkol arıyordu, bu yüzden hala devamlı olarak terapiye gidiyordum. Bu terapiler can sıkıcı aktiviteler olsa bile işe yaradığı da aşikârdı.
Tüm bu olumlu değişimlerin yanında birde kötü bir değişim vardı. Ve bu kötü değişim tüm iyi değişimleri ezip geçmeye yeterdi.
Bu kötü değişim tabi ki de Minho'nun yokluğuydu. Asla aklımdan çıkmayan yokluğu..
O başından beri haklıydı, aramızdaki şey sadece ikiz bağı değildi. Biz birbirimizi sevmiştik. Ancak eş cinsel olmak bana fazla koymuş olmalı ki buna inanmaktansa suçu aramızdaki bağa atmayı seçmiştim.
Bazen o iğrenç olduğunu sandığım günleri özlüyordum..
İki ay sonra, üniversite sınavı sabahı sorun ya da rahatsızlık vermemesi umuduyla üzerime bir eşofman ve sıradan bir tişört geçirmiştim. Amerika'ya geldiğimden beri giğimime özen gösteriyorum, artık bir tarzım vardı.
Sınav için fazla gergin değildim, sanırım bu rahatlık fazla çalışmanın getirdiği bir özgüvendi.
Buraların ağı benim yarrağam der gibi sınav salonuna giriş yaparken bir elim cebimde diğer elim ise devletim verdiği kalem kutusundaydı.
Bana verilen sıraya, 27 numaralı sıraya yerleştim ve her şeyimin hazır olduğundan emin oldum.Sonra bir şey unutmuşum gibi hissetmeye başladım.
İşte o an bu an kardeşim!
İşte bu an stesin tavana vurduğu an! Siktiğimin anı! Yaşanmak zorunda mıydı bu an?
Kağıtlar dağıtıldı, kalemler ele alındı. Beyinim ise bir kenara kaçtı.
Dakikalar önceki o özgivenden eser kalmamıştı. Hay anasını..
Sınavın yarışına geldiğimde ancak kendime gelebilmiş ve adam akıllı odaklanabilmiştim.
Sanki sınavı kaybetmek için bir motivasyon gerekliymiş gibi kendi kendime eğer istediğim bölüm gelmezse Kore'ye dönüyorum ulan diye düşünmüştüm bir anda. Kore'ye dönmek istiyordum ve böylesine bir bahaneyi kaçıramazdım.
Yşnede bunu düşünmenin sırası değildi, bu yüzden iyice kağıda yakınlaşıp tane tane cümleleri sessizce okumaya devam ettim.
Sınavım bittiğinde omuzlarımdan bir yük kalkmıştı. Açıkçası omzumda bir yük olduğunu bike farkında değildim şu zamana dek.
Binadan çıktığımda amcam beni arabasıyla karşıladı. Ona hafifçe gülümsedim ve yanına gittim.
Kolunu omzuma attı ve her zaman yaptığı o sevecen tonla gülümseyerek baktı. "Nasıl hissediyorsun?" diye sordu.
"Rahatlamış hissediyorum." dedim omuz silkipte.
"Güzel." dedi uzatarak. "Sana bir tatil lazım o halde. Bir ara İtalya'ya gitmeye ne dersin?"Hızla ona döndüm ve kocaman açtığım gözlerle şaşkın bir bakış attım. İtalya mı? Tatil mi? Kendimi deli dehşet zengin hissettim o an.
"Ciddi missn sen?!" diye sordum.
"Orada küçük bir işim var ve onu hallederken sen ve Claude de benimle gelebilirsiniz diye düşündüm."Ah bir de Claude. Clade, Claude, Claude. Amcamın oğlu Claude! Siksinler o herifi! Benim küçük travmalarımın sebebi o piç Claude.
Pekala travma demek nice travmalarıma hakaret olurdu bu yüzden sadece küçük kavgalar diyelim bunlara.
Claude ve ben ortaokul bir ve ikide aynı okuldaydık, aptal bir ekip arkadaşı vardı ve bana -özellikle onlara göre kısa kalan boyuma- bitmek bilmez laflar eder ve benle alay ederlerdi.
Hala ondan nefret ediyordum. Bir ergen gibi davranıyordu. Üstelik yaralarıma tuz basıyordu. Terapistlere gitmemle ilgili laflar falan filan.
Dikkat çekmek adına kendime zarar verdiğimi söyleyip beni amcama şikayet etmişti. Hiçbir bok bilmiyordu, sadece dır dır!
İnsanların bilmediği konular hakkında abuk subuk teoriler üretmesinden kendimi bildim bileli nefret ederdim. Haliyle bunu en çok yapan kişiden de, yani Claude'dan da nefret ederdim.
"Ee," dedi "ne diyorsun?"
"Aslında bu epey güzel olurdu ancak... sanırım Kore'ye annemleri ziyarete girmeyi tercih ederim. Tabii size ekstra masraf olmazsa."Bunu demem kabalık sayılır mıydı?
"Ah, elbette!" dedi. "Aileni görmen gerekiyor. Rahat ol bir şeyler ayarlayacağım ben."
Eh, bende bu işi ona bıraktım.