Han Jisung'un Anlatımı
Restorandan çıktıktan sonra bir otobüse bindik ve onun evine doğru yol almaya başladık. Yol boyu düşündüğüm tek şey Changbin olayı oldu. Minho'yu yakalayabilirlerdi. Müebbet hapis cezası yerdi. Bu işin ucunun beni bulamayacağı ise net değildi. Olay yerinde -her ne kadar bilincim yerinde olmasa bile- bulunmuştum. Ancak şu an asıl konumuz tabi ki Minho'ydu. Benim olay yerindeki varlığım küçük bir mahkemeyle çözülebilirdi ancak bu Minho için geçerli değildi. Bir kez yakalandı mı kaçışı olmazdı. En ufak delilde suçlu olarak gösterilirdi. Hele ortada hiçbir şey yokken Minho'nun ardında bıraktığı en ufak bir delil bile fazlasıyla dikkat çekerdi. Tecrübeli bir katil bile arkasında küçücük bir delil bırakmadan işin içinden sıvışamazken bunu Minho'nun yapmış olma ihtimali ne olabilirdi ki? Felix 7 uzun ayın ardından hala işin yakasını bırakmamıştı, bir sonuç bulana dek durmazdı. Kısaca Minho'nun yakalanması an meselesi bile olabilirdi.
İşin bir diğer kötü yanı ise Minho'nun Chnagbin'i öldürme nedeninin tümüyle benim suçum oluşuydu. Dikkatli davransam bunlar olmazdı, ya da ilaçlara bağımlı olmasaydım...
Ben bulurlanmış otobüs camından yoğun trafiği seyrederken Minho başını omzuma yaslayıp kollarını da belime sardı. Sonra otobüsteki onca insanı umursamadan dudaklarını nazikçe boynuma bastırdı. "Parfüm mü değiştin?" diye mırıldandı kulağıma doğru.
"Evet, beğendin mi?" diye sordum bakışlarımı ona çevirip.
"Eskisini özledim..." diye mırıldandı.
"Meth kokusunu mu kastediyorsun?" diye sordum. "Eskiden parfüm kullanmıyordum."
"Bilmiyordum işte kendine özgü tuhaf bir kokun vardı."
"Vanilyalı sigara kokusu olabilir mi?" diye sordum bu sefer de. Sigarayı da bırakmıştım ancak şimdi geçmişteki onca takıntımı ve bağımlılığımı düşününce kendimi kötü hissediyordum. Sanki onalar hayatımdan çıkarken derin bir bıçakla isimlerini ve bana yaptıkları şeyleri tenime kazımışlardı. Kurtulamadığım yara izleri bırakmışlardı..
"Ah, uzatma, güzel kokuyordun işte!" diye çıkıştı. Hafifçe güldüm. Çok değil.
"Bu kokunun nesi kötü?" diye sordum. Bugün kullandığım parfümü amcam almıştı ve fazla ağır olmayan karizmatik bir kokusu vardı. Hoşuma gidiyordu,
"Kötü diye bir kelime ağzımdan çıkmadı." diye savundu kendini. Gülüp geçtim. Camdan dışarı seyretme işine geri dönecekken Minho kedi gibi sürtündü. "Bana kızgın mısın?" diye sordu sessizce.
"Kızgın değilim, endişeliyim."
"Bir şey olduğu yok, Han." dedi rahat bir tavırla. "Dert etme."
"Ya olursa? Yedi ay geçti üzerinden, Felix haşa peşinde. Sence bir sonuça ulaşmadan işin peşini bırakır mı? Bırakmaz. Ortadaki tek delil de seni işaret ettiğinde ne olacak peki?" diye sessize fısıldadım.
Başını kaldırıp duruşunu dikleştirdi ve bir elimi tuttu. "Bir de şöyle düşün," dedi "yedi aydır bu işin peşindeler ve ellerinde hala bir delil bile yok, ve olmayacak da. Bir tane bile delil bulamayacaklar. Rahatla ve eğlenmene bak. Tamam mı? Seninle güzel vakit geçirmek istiyorum. Bu yüzden bu konuyu kapatalım."
"Peki." diye mırıldandım ve dudaklarımı birbirine bastırarak hafifçe gülümsedim.
Eve geçtiğimizde Hyunjin orada değildi, Minho'nun da dediği gibi Felix'le birlikte olmalıydı.
Minho yanıma gelip boynumdaki çantayı çıkardı. "Rahatına bak." dedi çantamı askılıklara asarken.
"Öyle yapacağım, gerçekten yoruldum,"diye mırıldandım ve kendimi kanepelerin üzerine attım.