ep3: Bağ

46 19 6
                                    

Yine derse geç geldiğim bir günde tekrar o çocuğun yanına oturmak zorunda kalmıştım.
Bana elini uzattı. Avcunun içindeki yara iyice kötü bir hal almıştı. Ona bir kalem uzattım. Ne dediği belirsiz homurdandı. Sadece ona dik dik baktım. Bana bakmadı. Hala tahtaya bakıyordu. "Kendine zarar vermeyi bırakmalısın." dedi sessizce.
"Ha?"
Diyebildiğim tek şey 'ha' olmuştu.
"Ben ciddiyim." dedi ve bana ciddi bir ifadeyle baktı.
"Bundan sana ne ki." diyor homurdandım. Dalga geçer gibi güldü.
"Hiçbir bok bildiğin yok değil mi?" dedi. Ne ima ettiğini bile bilmiyordum. Ona boş gözlerle bakınca sessizce kahkaha attı.
"Ne?
"Unut gitsin." dedi. Kalemimi elinde çevirmeye başladı.
"Ne halt ediyorsu?" diye sordum.
"Bunu kendin fark etmelisin. Ben söyleyemem."
Benimle dalga mı geçiyordu bilmiyorum ama merakım tüm zihnimi ele geçirmiş gibi zihnimde olabilecek ihtimaller sıralanmıştı. Saçma olsa bile zihnimde yer alan o kadar çok düşünce birikmişti ki gerilmeme neden olmuştu. Yaralarla kaplanmış ellerim bir korkak gibi titremeye başladığında ellerimi dizime koydum ve onları oraya sabitlemeye çalıştım.
Derin bir nefes aldığım sırada bana dik dik bakıyordu.
"Ne? Ne istiyorsun?" dedim. "Derdin ne senin?"
"Sakin ol, dostum. Sadece bakıyordum." dedi ve önüne döndü.
İç çektim ve önüme döndüm.
Geçen birkaç sessiz dakikadan sonra yaralarla kaplı elini uzatıp kalemliğimden bir silgi aldı.
"Anlaşılan kendine zarar ceren bir ben değilim." diye homurdandım. Bu saçma bir laftı. Sesli söylememiş olmayı diledim.
Bana deliymişim gibi baktığında iyice utandım.
"Bunu ben yapmadım." diye tersledi birden. "Bunlar senin suçun." dedi elindeki yaraları göstererek.
Bu sefer dik dik bakan ben oldum.
"Senin elindeki yaralar nasıl benim suçum olabilir? Sana bir kere bile elimi sürmedim." dedim emin bir şekilde. Bana bakıp gözlerini devirdi.  İç çekti ve söze girdi.
"Bana elini ver." dedi ve elini uzattı. Ona tereddüt içinde baktım. Ardından da uzattığı yaralı eline.
"Isırmam, merak etme." diye homurdandı ve uzanıp sol bileğinden tuttu. Elimi ikimizin arasına kadar çekti ve avcumu açıp işaret parmağını baş parmağımın hemen altındaki derin kesik yaranın üzerine koydu.
"Bu yaraya iyi bak." dedi. Elimi bıraktı ve hemen ardından kendi sol elini bana gösterdi. Baş parmağının altında aynı benimkine benzer bir yara vardı.
"Ee?"
Burnundan alay edercesine güldü. Bir şey demedi ve sağ kolunu açıp gösterdi. Beni kendime zarar verdiğim noltada, dirseğinin hemen altında bir yara vardı.
"Senin açtığın o yaralar bir şekilde benim vücuduma da açılıyor." diye fısıldadı.
"Cadılar bayramına daha beş ay var, saçma sapan konuşma."
"Ben ciddiyim lan!" diye fısıldadı.
Ona yüzümü buruşturarak baktım. Ne saçamlıyordu bu?
"Sanırım ruh ikizi falanız." dedi.
"Deli misin sen?"
Bana yanaştı ve elini bacağıma, yara olan yerin üzerine bastırdı.
"Burada bir bıçak kesiği var değil mi?" diye fısıldadı kulağıma. Parmaklarını kotumun üzerinden yaramın içine doğru ittirdiğinde acıyla bağırmamak için dişlerimi sıktım.
"İkimizin arasında boktan bir bağ var. Ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yok ama kaç gündür seni izliyorum. Ayağını masanın bacağına çarptığın gün ayak serçe parmağım kırıldı. Aniden. Senin yüzündendi. Ve hala her gün senin aptal bozuk psikolojin yüzünden acı çekerek uyanıyorum. Bu yüzden bu işe bir son ver. Beni anladın mı?"
Bacağımdaki elini tutup zorla çektim ve onu sertçe ittim. Oturduğu yerde dengesi bozuldu, ancak yere falan düşmedi sadece yanında oturan çocuğa çarptı.
"Kavga etmeyi kesin. Teneffüste birbirlerinizi istediğiniz kadar pataklarsınız." diye fısıldadı çocuk.
"İşine bak! Ahmak!" diye mırıldandı Minho.
O dengesini sağlayıp yerine yerleşince elini kendi kot pantolonuna yaranın olması gereken yere bastırdı. Acı çeker gibi dişlerini sıkarken onu seyrettim. Elini çekti ve avucuna bulaşan kan lekesini gösterdi. Bacağındaki yara kanamış ve siyah eşofmanına bulaşmıştı. Şimdi ise eline geçmişti bu kan izi.
"Senin yara, benim yaram." dedi tane tane.
Dilim dolandı. Ne diyeceğimi bilemedim. Yinede bu saçmalığa inanmak delilik gibi geldi. Sadece tesadüf olmalıydı. Başka bir açıklaması olamazdı ya.
"Saçmalık." dedim.
Ayağa kalktığında anfideki öğrencilerin üçte bir bizim olduğumuz tarafa baktı. Minho elimden sıkıca tutup beni ayağa kalkmaya zorladı.
"İzninizle." dedi hocanında duyabileceği kadar yüksek bir sesle. Ardından tüm eşyalarımızı orada bırakıp sınıftan çıktık. Çıktığımız an beni duvara yapıştırdı ve kolunu da duvara yasladı.
"Sana ne diye yalan söyleyecekmişim lan? Dilersen sana bir yumruk atarak bunu kanıtlayabilirim. İster misin?"
Bu çocuk hasta olmalıydı. Ya da birisi ikimize büyü falan yapmıştı. İlk ihtimal daha gerçekçi geliyordu kulağa.
"Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordum onu kendimden uzaklaştırarak. Geri çekildi ve derin bir nefes aldı.
"Sana kendi kendine öğrenmeni söylemiştim." diye mırıldandı. "Zamanla ne demek istediğimi anlayacağını düşünüyorum." dedi saçlarını geriye tarayarak. "Sadece kendine ve bana zarar vermeyi kes. Tamam mı?" diye ekledi.
Bu kendime zarar vermemi engellemek için yaptığı saçma bir oyun muydu? İçimde bir ürperti vardı.

We Are One | MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin