Bir sonraki gün ders sonunda onunla konuşmak istediğimi söyledim buluştıktan sonra ise boş bir sınıf bulup oraya geçtik. Bıkkın bakışlarını elimdeki bilgisayar çantasından alamıyordu.
"Ne?" dedim direkt.
"Yok bir şey." dedi. "Ne göstereceksin göster. Daha fazla burada kalmak istemiyorum."
Gözlerim ben farkında bile olmadan devrildi. Çantayı öğretmen masasına koydum ve eski bilgisayarımı çıkarıp ilk indiğinden beri olduğu gibi duran siyah dosyaya tıkladım.
"Yanıma gel." dedim.
Ağır adımlarla yanıma geldi ve öğretmenlerin oturduğu tekerlekli sandalyeye bacaklarını açarak oturdu.
"Gelsene buraya." dedi.
"Ha?"
Sırıttı ama bir şey demedi. Bende hiç oralı olmadan dizleirmin üzerinde oturup bilgisayarın dosyayı açmasını bekledim.
O arkasına yaşlanmış yayıla yayılan oturduğu esnada içimde bir ürperti vardı. Nasıl denir bilemeyeceğim türden bir ürperti. Yabancı ürpertiyi görmezden geldim ve en sonunda açılan sayfaya dikkatimi verdim.
Minho öne eğilip ekrana yakından baktı.
"Bu yazılar da ne?"
"Oku." dedim.
"Şey..." diye geveledi. "Yemin ederim ki fena üşendim." dedi. Dudaklarının köşelerinden yalnızca biri yukarı doğru kıvrılmış öylece sırıtıyordu. Ona tüm ciddiyetimle baktığımda sırıtmayı kesti ve oflayarak ekrana döndü. O yazıları ilk kez okurken ben belki de 26. kez tekrar okuyordum.Yaklaşık 7 dakika sonra arkasına yaslandı. "Bunları sen mi yazdın?" dedi bana dik dik bakarak.
"Ne?! Hayır. Delirdin mi? Bunları tuhaf bir internet sitesinden buldum." dedim ona. Bana inanmaz gibiydi.
"Şey. Sana inanmıyorum." dedi.
"Hadi ama!" diye bağırdığımda sesim geniş sınıfta yankılandı. "Sana ne ye yalan söyleyeyim ki?!"
"Bilmiyorum." dedi omuz silkerek.
"Yalan falan söylemiyorum. Tanrım."
Dudaklarını büktü. "Bunlar bayağı bir saçma geldi. Yine de oğum gününü söyle bana." dedi.
"25 Ekim." dedim.
Bana dik dik baktı. Bu dik bakışlarının aynısını bilgisayarımda açık olan sayfaya da çevirdi.
"Pekâlâ. Bu sitenin adı neymiş?"
"Bilmiyorum." dedim.Bu dosyayı açtıktan sonra siteyi saatlerce aramıştım. Ancak bir daha karşıma çıkmamıştı. Hatırladığım tek şey isminde F ve G harfinin barındığıydı. 4 veya 5 harften oluşan tuhaf bir kelimeydi. Anlamsız bir kelime olduğuna da emindim.
"Nasıl bilmiyorsun be?!"
"Hatırlamıyorum. Onun sonrasında biraz ot çekmişti-" onun bu bilgiye ihtiyacı yoktu. "Yani biraz içki falan içtim işte."
Bana ucubeymişim gibi baktı. "Peki...şu tuhaf alışkamlıklarını bırakmasın. Muhtemelen benim ciğerlerimin de içine ediyorsun çünkü."
Sabır dilenircesine bir iç çektim ve gözlerimi onun pis suratından başka bir yöne çevirdim. Yani bilgisayarıma. Dosyayı baştan sona tekrar inceledim. Hiçbir yerinde sitenin adı yazmıyordu. Dümdüz siyah ekranın köşesinde küçük harflerle daktilo fontuyla yazılmış yazılardan ibaretti. 26 defa okuduğum yazılardan ibaretti."Alındın mı lan?" dedi Minho sırıtarak.
Ona ters bir bakış attım. "Hayır. Umrumda değil."
"Sadece iyiliğimi düşünüyorum." dedi.
"Şey, evet, bunu bende farkettim."
Alaycı sırıtışının yapışıp kaldığı o sinir bozucu suratını bilgisayarıma çevirdi ve yazan kelimelere bir kez daha göz gezdirdi.
"Defalarca okudum, gözden kaçan hiçbir detay yok." diye açıkladım ona. Beni duymazdan geldi.
"Birbirimize yaklaşmamız bu bağı kuvvetlendiriyor." dedi.
"Evet. Defalarca okudum, bunu biliyorum." dedim iğneleyici bir tutumla.
"O halde birbirimizden olabildiğince uzak duralım."Aklına gelen şey cidden sadece bu muydu?
"Bunun işe yarayacağından şüpheliyim. Aynı ders programlarımız var, her gün en az 4-5 saat aynı sınıfta bulunmak zorundayız. En fazla ne kadar uzak kalabiliriz ki?" diyerek düşüncemi beyan ettim.
"En azından şuan olduğumuz kadar yakın olmayız." dedi ve sandalyesinden aşağı kayıp yanıma çömeldi. Yüzü yüzüme değecek kadar yakınımda, burnum kokusınu alacak kadar dibimdeydi. "Haksız mıyım?" diye eklediğinde nefesini hissedebildim. Suratına beni kendine çekecek türden pis bir sırıtış yayıldı. Gözlerim istemsizce dudaklarına kaymıştı. Zar zor yutkunurken böyle hissetmemin doğal olup olmadığını kendimce sorguladım. O geri çekilip sandalyesine geri döndüğümde ise bu sorgulayıcı düşüncelerimi anında kafamdan attım ve bir iç çektim."Peki, öyle olsun." diye homurdandım.
Cebinden telefonunu çıkarıp bana uzattı. "Bana numaranı versene." dedi kaba bir dille. Telefon sertçe çekerek elime aldım ve hızlıca numaramı girip ona geri verdim.
"Yanlış anlama, olurda yine bana zarar verirsen sana saydırabilmek için istiyorum numaranı." dedi ukala bir sırıtışla telefonuna bakarken.
"Sana falan zarar vermiyorum amına koy-" derin bir iç çekip kendimi susturdum ve sadece ona dik dik baktım. "Her neyse." diye homurdandım ve bilgisayarımı kapatıp çantasına geri koydum. Sonra da bu tuhaf hisleri de, Minho'yu da, sınıfta başbaşa bırakıp gittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
We Are One | Minsung
Fiksi PenggemarRuhları birbirime bağlanmış iki düşmanın hikayesi..