Hikayede yetişkin içerik bulunmakta, en baştan uyarıyı yapmış olalım.
İyi okumalar diliyor, fikirlerinizi de yorumlarda görmek istiyorum <3
1 Ekim 2022/İstanbul
"Bebek benim lan! Öde parayı! Çabuk ver kiramı Kerem delirtme beni. Benim oğlum Bebek görmüyor musun özellikle aldım. Ohh gelsin bakalım paralar."
Berkan heyecanlandığında gereksiz gürültülü olabiliyordu. Benim de oyunun temposunda hızla yuvarladığım üçüncü kadehten sonra kafam çok onu kaldırabilecek durumda değildi. Migrenim tutmasın isterdim ancak etrafımı çevirmiş hırslı kalabalığın buna pek yardımcı olduğu söylenemezdi.
"Berkan?"
Paralarını sayarken bakmadan yanıtladı "He?"
"Benim yerime de sen oyna, lavaboya gideyim."
"Tamamdır canım, komisyon alırım ama."
Kerem "Sen işte böyle şeref yoksunu bi adamsın, ihtiyacı olanın elinden tutar gibi yapar sonra arkasından bıçağı saplarsın." Şeklinde başlayan tiradıyla onu kışkırtmaya başladığında ben odadan çoktan çıkmıştım.
Berkan'ın iki katlı evinin alt katında lavabo olmaması çok mantıklı değildi. Evi kiralarken bunu belirttiğimde "Ben Anadolu topçusuyum kızım, dedemin petrol kuyuları olsaydı ben de bilirdim ebeveyn banyosu neyin." Şeklinde garip bir savunma sunmuştu. Bazen tam anlamıyordum şive ile yaptıkları şakaları falan. O benden daha uzun zamandır Türkiye'deydi. Ben babam ve Arin ile genelde Türkçe konuşsam da daha bu sene ilk kez burada on günden fazla kalmıştım. Çocukluktan beri pratiğim olduğu için oldukça akıcı konuşsam da sosyal medyada ya da günlük hayatta kullandıkları bazı şeylere alışmaya çalışıyordum hala.
Dışardan ışık düğmesine basıp kapıyı araladığımda ışığı aslında kapattığımı ve içerde birinin olduğunu fark ettim. Aynanın önündeydi, refleksle "Pardon!" diye sesimi yükselttiğimde kafasını bana çevirdi.
"Müsaitim sıkıntı yok."
Elimi tekrar düğmeye atıp ışığı yaktım. Alper suyu açıp önce yüzünü yıkadı ve önce saçlarını sonra ensesini ıslattı. O bira içiyordu oyun oynarken, yarısında "Beyler ben iflas, Tuncay abiyle konuşayım yukarda. Siz devam edin." Diye kalktığında kimse itiraz etmemişti. Baştan beri keyifsiz olduğunu onlar da fark etmiş olmalıydı. Biralar çarpmış mıydı acaba?
Yandan havluyu alırken gözleri gözlerimle buluştu. "Pardon." Dedim tekrar. Kollarını dirseklerine kadar kuruttu, kaşla göz arasında duş almıştı lavaboda. Tişörtünün yakası da ıslaktı. Onaylarcasına kafasını hafiften salladı, gözlerine baktım tekrardan. Kendi uykusuz gecelerimden çok iyi bildiğim çökük gözleri, beti benzi atmış normal haliyle alakası olmayan suratına takılıp kalmasaydım tek kelime daha etmezdim. Kalabalık hayatımda insanların hayatından hiçbir etkim olmadan akıp geçmeye dikkat ediyordum sadece. Dünyanın belki de yarısı adımı bir şekilde duymuş ve benim hakkımda keskin yargılara sahip bir kadının yakınları dışında kimseye gösterecek ne empatisi ne de hevesi kalmaması normaldi herhalde. Ama Alper yörüngeme girmişti bir kere, ne kadar itersem iteyim geri çekme isteğime söz geçiremiyordum.
"Çok mu yoruldun?" kalçamı kapı pervazına yaslayıp usulca sordum.
Havluyu geri asıp sertçe yutkundu. "Bezdim."
Bezmek? Bir anlığına kaşlarımı çatsam da 'bıktım, bezdim, tükendim' gibi şeyleri hep aynı bağlamda duyduğumu hatırladım. Anlamasam da yüzünden okunuyordu zaten yanıtı.
