"O zaman Chen, bana şu andan bahset. Şu an seni öpsem, bundan hoşlanır mıydın?"
***
Sorduğum soruyla bakışları önce dudaklarıma sonra tekrar gözlerime odaklandığında var olan utangaçlığının üzerine korku da eklememek için aradaki mesafeyi yavaşça kapadım.
Dudaklarımız buluştuğunda kısa bir süre tepkisini ölçmek için hareket etmeden dudaklarımın karıncalanmasını sağlayan sıcaklığı tattım. Teknik olarak öyle kabul edilemeyeceğini bilsem de benim için bu ilk öpücüğümüzdü. Kaba olmak istemiyordum. Adeta yanağa kondurulan masum bir buse gibi olan öpücüğün ardından çoktan kapadığı göz kapaklarının titreyişini izledim.
Tabi ki de bununla yetinmeyecektim. Yetinemezdim de zaten. Bu sadece bir izin mahiyetindeydi. Tabii o aksini istemediği sürece.
Geçen iki saniyenin ardından gözlerini açmış, yukarı kaldırdığı başıyla bana bakıyordu.
Hala çenesinde olan elimi yanağına götürdüm ve ikinci kez dudaklarımızı birleştirdiğimde de aynı yumuşaklığı korumaya özen gösterdim. Her ne kadar hızla atan kalbim düşünmemi zorlaştırsa da en az benim kadar onun da şu an yaptığımız şeyden hoşlanmasını istiyordum.
Kapalı gözlerimin ardından dudaklarını daha iyi tanımak için alt dudağını dudaklarım arasında sıkıştırıp hafifçe emdiğimde hala karşılık vermemişti. Alt dudağını daha güçlü şekilde tekrar emdiğimde boynumda hissettiğim ellerle ister istemez gülümsedim.
Bu benim için kesinlikle dudaklarından dökülecek herhangi bir onay sözcüğünden daha netti.
Dudaklarım üzerinde hareket eden dudaklarını hissettiğimde yaşadığım heyecan yüzünden buz kesen parmaklarımı boynu ile omzu arasındaki sıcak kıvrıma indirdim. İnce dudaklarıyla üst dudağımı hapsetmeye çalışırken yaptığı her atak vücuduma elektrik gönderiyormuş gibi kasılıyordum. Tıpkı 15 yaşında ilk öpücüğünü almış bir kız gibi hissetmekten kendimi alamadım.
Chen henüz bir şey söylememiş de olsa kendi adıma yeterince emin olmuştum. Daha önce kimseyi öperken bu kadar heyecanlanmamış; mutluluktan çığlık atmak istememiştim. Bu daha önce tanıştığım duygulardan tamamen ayrı, fazla özel bir şeydi ve dahasını istiyordum.
Boştaki elimi ince beline sarıp ayağa kalkması için yukarı çektim. İkimiz de ayaktayken boy farkı yeterince azalmıştı. Yine de parmak uçlarında duruyordu ve bu Chen'i sevimli bulmamı sağlayan onlarca etkenden yalnızca biriydi. Cidden, onunla ilgili her detayı nedensizce sevimli buluyordum.
Benimkilerin aksine oldukça ince olan dudaklarının güleceği zaman yukarı kıvrılışı, şu an yüzümü okşayan saçlarının birkaç küçük dokunuşla düzeltemediği karışıklığı, hemen köprücük kemiğinin üzerinde sürekli gözüme çarpan minik beni, çoğu kez içecek olarak tercih ettiği sütü içerken iki eliyle kavradığı bardakla tıpkı üç yaşındaki bir çocuk gibi gözükmesi...
Her şeyi, fazla sevimliydi.
Haftalar önce onunla karşılaşmam ve şimdi bu yakınlıkta olmamız en az gök kuşağının bitimindeki altın dolu kazanı bulmuş kadar şanslı hissetmeme neden oluyordu.
Giriş izni almak için dilimi dudakları üzerinde keşfe çıkarmışken boynumdaki parmaklarını saçlarımın arasında hissetmemle belindeki tutuşumu sıkılaştırıp vücutlarımızı birbirine yasladım. Ben saçlarımdan huylanırdım, o manada. Beklemediğim bu hareketi kontrolümün bir derece daha kaybolmasına neden olmuştu ama daha da önemlisi, o da bu karşılığı beklemiyor olacak ki dudaklarından kontrolsüzce yükselen inlemeyle dilimi içeri ittim.