İlk kez, alarmın sesiyle sabahin köründe değil de, uykumu almış bir şekilde kendi isteğimle uyanmanın şokunu yaşıyordum. Gözlerimi açmak için kendi içimde yaptığım savaşa ellerimi de dahil etmek istediğimde elimde hissettiğim aciyla sessiz bir küfür savurdum ve bu sefer tek seferde gözlerimi açtım.
"Ah, demek sonunda uyandın!"
Başimi kaldırıp sesin kaynağı olan kıza bakıcaktım ki boynumun ağrısıyla bu girişimden hemen vazgeçtim. Zaten kız da coktan yanıma gelmişti. Kızı tanıyordum. Her haftasonu, beni dinlemeye gelen sözde fangirl'ümdü. Her seferinde mutlaka kendini bana belli etmeye çalışması gözümden kaçmasa da farketmemiş gibi yapmak işime geliyordu. Her şeyin yanı sıra, kızı tanıyor olmam durumun garipliğini ortadan kaldırmamıştı.
Neden burada, bu kızla birlikte olduğumu hala çözememiş olsam da elimdeki acının sebebinin açılmış damar yolu olduğunu gördüğümde nasıl bir durumda olduğumu da az çok anlamıştım. Tüm bu ağrıların muhtemel ve tek sebebiyse henüz kafama dank etmişti. Lanet..
"Ne işim var benim bur-" diyemeden öksürmeye başladım. İki kez lanet...
Neyse ki kız insaflı çıktı da yalvarmama gerek kalmadan bir bardak suyu bana çoktan uzatmıştı.
Suyun bir kısmını içerek bardağı tekrar kıza uzattım. Aynı zamanda da yakın zamanda tekrar konusmak gibi bir hataya düşmeyerek başımla teşekkür ettiğimi belirten bir hareket yaptim. Ah, bir de en kisa zamanda şu 'kız'ın ismini öğrenmem gerektiğini de farkettim.
"Daha önce tanışma fırsatımız olmamıştı. Ben Park Hye Seung"dedi
Vay anasını zihnimi okuyor! Ya da muhtemelen diğer kibar insanlar gibi davranıyordur. Herneyse. Konuşmaya hala cesaret edemediğim için bakışlarımla 'Lütfen anlatmaya devam et. Buraya nasıl geldim?' bakışları attım. Bir süre anlamsizca baksa da sonradan olayı çakıp tekrar konuşmaya başladi.
"Ummm... Kaçtığınızı gördüğümde ne olduğunu merak edip ben de peşinizden gelmeye başlamıştım ki işin içine başka iri yarı adamların da girip, sonrasında bir de dayak yemeye başladığınızı görünce hemen bir binaya saklanıp olası 'hasarlara' karşı ambulansı aradım. Adamlar gidip, ambulans da gelene kadar çoktan bayılmıştınız... Sonuç olarak son birkaç saattir buradasınız. Doktorun söylediğine göre durumun iyiymiş. Sabaha taburcu olabilirsin ama diğer çocuk icin aynı şeyi söyleyemeyeceğim.' diye tek solukta destan yazdıktan sonra ortamda 'henüz anlatılanları sindiremedim' tarzı bir sessizlik oldu.Başımı anladığıma dair sallamakla yetindim.
"Ben gidip hemşireyi çağırayım." diyip dışarı fırladı. Hye Seung dışarı çıkar çıkmaz kısılan, ya da herneyse sesimi açmaya çalıştım."Aaaa-Ööö" "Aaaaaaaa-Rrrrrrr." R harfiyle dilim acımıştı. Zaten oldum olası şu lanet "r" harfini düzgün bir şekilde söyleyemezdim.
Başıma saplanan ağrıyla,kafamı sanki daha olabilirmiş gibi yastığa gömdüm.
"Ah demek uyandınız, şimdi biraz ağrınız olabilir ağrı kesici vereceğim size." Başımı yine onaylayıcı bir biçimde sallayıp ağrı kesiciyi vermesini bekledim.
"Ben Kim Min Seok, sizinle ben ilgileneceğim. Bir sorununuz olursa başucunuzdaki düğmeye basmanız yeterli olacaktır. Bir saat sonra tekrar geleceğim.Zaten kısa bir sürede taburcu olursunuz."
Aklıma birden diğer çocuk geldi. Çok yaralanmışmıydı acaba. Durumu nasıldı? Zaten onun yüzünden dayak yemiştim bir de merak eden taraf bendim. Boğazımı temizleyip "Şey,acaba benimle birlikte hastaneye kaldırılan kişinin durumu nasıl?" diye sordum.
İkisi de tepkisiz kaldı. Durumu çok mu ciddiydi yoksa bilmiyorlarmıydı?
"Kai sen şimdi bunu düşünme, dinlenmene bak. Ben senin için birşeyler getirdim. Karnın açtır hem senin."
Hemşireye baktığımda çoktan odayı terk etmişti. Kesin birşeyler ters gidiyordu.
"A-ama" Önümde tavukları görür görmez diyeceklerimi unuttum. Midemden gelen sesler de buna eşlik etti. Derin bir şekilde yutkundum.
"Teşekkür ederim ama bunları yemem ne kadar doğru olur ki."
"Neyse, ben buraya bırakayım, eğer yiyebiliyorsan yersin. Tekrar geçmiş olsun, ailem çağırıyor gitmem lazım.
"Sağol." diyip gülümsedim.
"Bir dahakine ben ya da bir başkası olmayabilir. Kendine dikkat et, sesin bize lazım."
İçten bir şekilde gülümseyip cevap vermeden odadan çıktı. Bende çok geçmeden uyuyakaldım.
Uyandığımda duvardaki saate baktım.Gece yarısına geliyordu.
Uyandığımda duvardaki saate baktım. Gece yarısına geliyordu. Yatmaktan sıkıldığım için biraz etrafı gezmenin iyi bir fikir olabileceğini düşündüm. Yavaşça önce olduğum yerde doğrulup sonra da yine oldukça yavaş hareketlerle ayağa kalktım.
Elimdeki damar yoluna bağlı serumu yavaşça çıkardım ve elime bakmamaya gayret göstererek dokunabildiğim ilk yüzeye hortumu bıraktım. Elime bakamazdım çünkü kan görmekten feci korkuyordum.
Odadan çıktığımda yapabileceğim şeylerin sınırlı olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Yanlış bilmiyorsam eğer, bir hastanede oyun salonu, sinema odası, halka açık kütüphane veya başka işe yarar yerler bulunmazdı.
O yüzden yapabileceğim en heyecanlı şey olarak şu an hastanede bu vaziyette sürünmeme sebep olan çocuğu bulup ondan hesap sormayı, ya da en azından sağlığının nasıl olduğunu öğrenmeyi seçtim.
Danışmaya gidip şu çok meşhur çocuğun oda numarasını öğrendim.
Aynı katta kaldığımızı sanmıştım ama yanılmışım. Bir üst kata çıktım ve oda numaralarını takip ederek koridorda ilerlemeye başladım.
'146...149...151...156'
Aradığım odayı bulmuştum. Bir mıknatıs misali, öfke yüklü bedenimi odaya çeken şey kanımı kaynatmaya başlamıştı bile. Bir hışım odaya girdiğimde kısa süreli bir şok yaşadım.
Ne göreceğim hakkında o ana kadar yaklaşık olarak bir fikrim olsa da, bu yaşadığım şokun yükünü hafifletememişti.
Sağ bacağı, alçıda olduğunu açıkça belli edicek şekilde örtünün altından kabarık görülüyordu. Belki bir kırık? Ya da daha fazlası...
Kollarının açıkta kalan kısımları yer yer çürüklerle doluydu. Aralarda kendini belli eden süt beyaz tene tepki olarak oluşturulmuş gibiydiler.
Yüzüne baktığımdaysa... Ahh, Tanrı'm! Bunun aynı çocuk olduğuna inanamıyorum. Sağ elmacık kemiğinde ve dudağının alt kısmındaki yaralar bi an içimi acıttı desem yalan söylemiş olmam. Ayrıca sol şakağındaki 3 dikiş... O hayvan bozması adamlar bunları cidden çıplak elle mi yapmışlardı?!
Bir anda tüm sinirimi unutturan bu görüntüye daha fazla bakamayacağımı anladığımda tam dönüp gidecekken uykusunda mırıldanmaya başladığını duydum ve tüm dikkatim yine aynı yerde toplandı.
Sanırım uykusunda pozisyonunu değiştirmek istemiş ama vücudundaki yaralardan -o kadar çok vardı ki hangisinden kaynaklandığını tespit edememiştim- canı acıdığı için hareket edememişti. Saniyeler içinde yüz ifadesinin değişmesiyse ayrı bir şoktu.
Nasıl bir insan alt dudağını hafifçe sarkıtıp, kaşlarını çatarak uyurdu ki?
Kendime gelmek için hafifçe silkelenip ve kendi içimde savaştığım 'Uyuyan çocuğun yüzüne düşen saçlarını düzeltme' dürtüsünü görmezden gelerek odadan çıktım.
Şimdilik bu kadar macera(!) benim için yeterliydi.
Odama döndüm ve kendimi tekrar uykunun kollarına bıraktım. Bunu yaparken tabii ki de o çocuğu düşünmedim. Hayır. Yapmadım...
Y\N: Medyadaki şarkının hikayeyle bağlantısı yok ama bölümü yazarken keşfettiğim için paylaşmak istedim ^^