Güzel bir haftasonu sabahında bile alarm sesiyle uyanmaya küfrettim. Geceleyin zaten iyi uyuyamamıştım. Hayır, kesinlikle korktuğumdan değil. Yanımda alçılı ayağıyla, top patlatsan duymayacak kadar derinlere dalmış bir Chen uyurken nasıl olduysa gayet güvende hissetmiştim.
Beni asıl uyutmayan şey Chen'in uykusunda kollarına yüklenen aşırı güçtü. Ciddiyim, uykuya daldıktan beş dakika sonra etrafında dönelemeye başlamış ve çok geçmeden beni kollarının arasında hapsetmişti. Ve ben her türlü gereksiz yakın temastan nefret ederim.
Bu yüzden Chen'in kollarından zar zor sıyrılıp yerime iki yastık geçirdikten sonra bile tüm gece tetikte kalmıştım. Sabaha doğru da daha fazla dayanamayıp dalmıştım.
Ayağa kalktım ve banyoya gidip kısa bir duş aldım. Çıktığımda yatak boştu. Üzerimi giyinmeden önce dün Hye Seung'dan gelen mesaja baktım. Meşhur bir alışveriş merkezindeki sinemadan bahsetmşti. Sinema mı? Cidden mi?
Hye Seung'u arayıp ona 'Ben senin bildiğin erkeklerden değilim.' demek istemiştim ama sanırım tam da onun bildiği erkeklerdendim.
Üzerime basit bir şeyler giyip odamdan çıktım. Duyduğum tıkırtılar üzerine mutfağa ilerledim. Chen'deki yemek yapma azmine de hayran olmamak mümkün değildi.
Mutfağa girdiğimi gördüğünde tabakta ki yanmış birkaç krebi çaktırmadan(!) sakladı ve başka bir tabağa koyduğu daha iyi görünümlü olanları masaya, diğer kahvaltılıkların yanına koyup gülümsedi.
"Günaydın erkek adam"
"..."
"..."
"Sana da günaydın." dedim uzun bir 'Komik miydi yani? Allah aşkına sen güldün mü buna?' bakışından sonra ve masaya oturdum.
Sessizce kreplerimizi yerken Chen söze girdi.
"Bugün randevun yok muydu senin? Neden hazırlanmadın?"
"Ne demek neden hazırlanmadın. Hazırım ben." dediğimde tch tch'lamaya başladı.
"Bu senin hazır halinse, Hye Seung'a acıyorum. Çabuk kahvaltını yap ve üzerine adamakıllı bir şeyler giy. O saçlar da boyun uzun gözüksün diye durmuyor herhalde kafanda. Bir model falan ver onlara da. Çabuk, geç kalacaksın." dediğinde ciğerlerimdeki havanın her zerresini dışarı üfledim ve son krebimi de büyük lokmalarla ağzıma teptim.
On dakikanın sonunda odamdan çıktığımda en azından kıyafetlerim adına olduğunu düşündüğüm daha onaylaıcı bakışlarıyla beni süzen Chen'e 'Oldu mu? Bu mudur?' bakışlarımı attım. Aslında yine gayet sade takılmıştım ama öncekine göre çok daha havalı bir imaj sergilediğimin de farkındaydım.
Başını hafifçe sallayıp 'Yürü beee, koçum benim! Bugün ne canlar yakıcaksın' bakışını attı. Yüzüme yerleşen çarpık gülümsememle 'Ne sandın oğlum' ifademi takınıp saçlarımı halletmek için yeni bir uğraşa girdim.
20 dakika uğraşın sonunda hala bir şey elde edememiştim ve en sonunda sinirlenip elimdeki fön makinesini prizden hızlıca çekip yatağın üzerine fırlattım. Zaten anca yatağın üzerine fırlatabilirdim...
Son beş dakikadır kapı eşiğine yaslanıp, saçlarımla yaptığım amansız mücadeleyi boş gözlerle izleyen Chen sonunda yaşam belirtisi gösterip bulunduğum yere yürümeye başlamıştı. Yanıma geldiğinde omuzlarımdan tutup sandalyeye oturttu ve son kez omzumu patpatlayıp "Bakalım yapabileceğim bir şeyler var mı." dedi.
Saniyeler içinde hızlı ve yetenekli ellerini saç tellerimde dolaştırarak bir şeyler yapmaya başlamıştı. Ellerini pratik kullanmasına bakılırsa hafızasını kaybetmeden önce her ne iş yapıyorsa, işin temelinde o ellerin olduğunu düşünüyordum.