Taksiciye parasını verip taksiden indim ve Chen'in de inmesi için yardım ettim. Ayağındaki alçıdan dolayı zorlanıyordu. Hastanede ki işlemleri de halledip hemen yola çıkmıştık ve aramızda gözle görülür bir gerilim vardi. Hiç tanımadığım birisini -ki öncesinde paramı çalıp dayak yememe sebep olmuştu- evime davet ederken ne düşünmüştüm bilmiyorum.
Kolunu omzuma atıp apartman daireme girene kadar merdivenlerde ona destek oldum.
Kapıyı açıp içeri girdiğimde Chen'in tereddüt ve korku dolu bakışlarını gördüm.O da haksız sayılmazdı. Onu evimde hapsedip ses tellerini söküp bacağindan doğalgaz borusuna bağlayarak parmaklarını amonyağa batırarak işkence etmek isteyen bir psikopat olmadığıma güvenemezdi. Ama o güvenmekle ne kadar saf bir insan olduğunu göstermişti.Eski hayatında da böyle miydi bilmiyorum. Hemen hafızasına kavuşsa da ben de şu sorumluluktan kurtulsam diye düşünürken Chen "Evin hoşmuş." diyip ayağına dikkat ederek koltuğa oturdu.
"Ya, ne demezsin." diyip ben de oturdum koltuğa. Aklıma gelen şeyle ayaklanmam bir oldu.
"Ben yiyecek bir şeyler hazırlayayım."
Tam mutfağa gidecektim ki soru soracağını anladığıim bir ifadeyle yüzüme baktı. Nasıl anladım ben bu ifadeyi?
"Oyun konsolu var mı?"
"Silent hill oynayabiliyorsan neden olmasın."
---
Birlikte yaşamaya başladığımızdan günden beri bir hafta geçmişti. Son iki gündür de istirahat etmek için izin aldığım işime -ayıptır söylemesi son bir yıldır baristayım- geri dönmüştüm.
Chen de ik günlerde yaşadığı çekingenliği üzerinden atmış ve espritüel(!) karakteri gün yüzüne çıkmıştı. Yaptığı her beş esprinin yedisi bayağı ve mide bulandırıcıydı ama nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde ben de onun esprilerine takılmıştım. Bir ara soğuk espri düellosuna bile tutuştuğumuz olmuştu.
Ya içimde şimdiye kadar çıkmayı beklemiş bir soğuk espri canavarı olduğundan ya da Chen'le geçirdiğim herhangi bir an bile daima keyifli olduğundan olsa gerek, şu bir haftada aslında oldukça eğlenmiştim.
Kafede çalışırken telefonum çaldı ve kısa bir ara verip telefona bakmak için dışarı çıktım. Numarayı tanımıyordum. Ne zaman yabancı bir numara tarafından aransam tedirgin olurdum. Bu yüzden kötü bir şey olmamasını dileyerek aramayı cevaplandırdım.
"Alo?"
"Merhaba, ben Hye Seung. Kai'yle görüşüyorum değil mi?" dediğinde rahat bir nefes aldım. Hastanedeki, ilk ve son görüşmemiz olmuştu. Buna darıldığından bahsettiği bir konuşma yapmamasını umdum.
"Evet, benim. Bir sorun mu var? Neden aradın?"
"Ah, hayır. Nasıl olduğunu öğrenmek istemiştim. Ve bir de...şey... Ahh, çok utanç verici." dedi. Son kısımlar daha çok mırıldanma gibi çıkmıştı.
"Çekinme lütfen. Ne söyleyeceksin?" dediğimde derin bir nefes aldığını duydum.
"Birliktebirşeyleryapmayanedersin?"
İstemsizce gülümsedim. Bu olaylardan önce her ne kadar Hye Seung'la tanışma gereği bile duymamış olsam da gayet sevimli bir kız olduğunu inkar edemezdim.
"Tabii, neden olmasın. Yarın gayet uygunum."
"Öyleyse yarın öğleden sonra görüşürüz. Buluşacağımız yeri mesajla gönderirim."