Multimedya "Rosella ve Marissa"
Antonio ve ben şatonun önünde dikilmiş etrafı seyrediyorduk. Ağzımız açık kalmıştı. Şato dıştan bir harabeye dönmüş, nehrin berrak sularına kan sızmış, suyun ağır akıntısıyla sürüklenen ölü bedenler ve yere devrilmiş büyük ağaçlar. Bu savaştan başka bir şey olamaz. Ama ne zaman başladı, kim başlattı, neden bu kadar kısa sürdü?
Nehirde sürüklenen ölü bedenlerin bazıları Samniatis amblemi taşıyan formalar giymişti. Savaşı babamın başlattığı aşikârdı. Amacı beni almaktı, ama şatoda beni bulamayınca savaşa erken son vermişti. Düşünerek tüm soruları cevaplandırmıştım.
Beraber şatonun kapısına yürüdük. Kapıda nöbetçiler yerine Dave duruyordu. Beni görünce "Prenses Luciana, sonunda geldiniz." diyerek mutluluğunu belli etti, sanki çok normal şeyler olmuş gibi. Ardından "Son bir gündür burada işler pek yolunda değil. Siz gittiğinizden beri Kral Hans buranın yerini tespit etmeye çalışıyordu. Eder etmezde ordusuyla saldırdı. İlk başta sizi sakladıklarını düşündüğü için savaşa devam etti. Fakat şatonun içindede sizi göremeyince savaşı durdu. Büyücerin güçleri nedeniyle halkımız çok kişi kaybetti diyebilirim. Kral Hans şu an dedenizin yanında" diyerek kapının önünden çekildi.
Bense Antonio"ya dönüp "Sen git, içeri tek başıma girmeliyim" dedim ve şatonun içerisine girdim. Arkamdan "Bir şeye ihtiyacın olursa evimde olacağım" diye bağırdı. Periler ve Daisy'de onunla kaldı.
Dedemin aralık duran kapısını açtım ve girer girmez babam sarıldı bana sıkı sıkı. Bende çok özlemişim onu ama fark ettirmemeye çalıştım.
"Burda neler oluyor" diye çıkıştım. Biliyordum aslında ama başka bir şey de diyemedim.
Babam hemen "Seni buldum sonunda, artık gidebiliriz, evimize dönebiliriz" dedi ve acınası şekilde baktı bana.
"Ben hiç bir yere gelmiyorum. Söylediğin bunca yalandan sonra bana nasıl evine dön diyebilirsin." dedim ve bir kaç adım geriye gittim. Tekrar konuşmaya başladı. Sesi oldukça telaşlıydı. "Hepsi, hepsi seni korumak içindi. Bunlardan, bu kötülerden korumak için." dedi, gözlerinden süzülen yaşı görebiliyordum.
"Korumak için mi? Evet bunca yıl beni saraya kapatarak çok iyi korudun. Asıl beni üzen o değildi. Sen gözlerime baka baka nasıl yalan söyledin? Nasıl anneni çok severdim diyebildin, onu öldürmüş olmana rağmen " dedikten sonra gözleri bir anda parladı ve "Kızım ne diyorsun? Ne öldürmesi? Ona ne anlattınız?" diyerek döndü dedeme. Dedemse başını diğer tarafa çevirdi. Ben oldukça şaşkın "Siz, savaş çıkarmışsınız, anlaşmayı bozmuşsunuz ve sen, beni almak için annemi öldürmüşsünüz" dedim ve bekledim, inkâr etmesini bekledim.
"Burda sana bir şeyler yalnış anlatılmış kızım. Anlaşmayı bozan biz değil onlardı. Sen üç yaşına gelmene rağmen seni vermediler. Savaş sırasında ise anneni öldüren ben değil, teyzen Marissa idi." dedi ve yüzümdeki şaşkınlığı izlemeye başladı. Dönüp dedeme baktım. Reddetmiyordu, inkâr etmiyordu. O da yalan söylemişti bana. Bir hışımla odadan çıktım ve kendi odamın küçük balkonunda ki sallanan koltuğa oturdum. Bir süre sonra babamda yanıma geldi.
"Şuraya bak, tüm Hermosa mahvolmuş. Dışarıda yürüyen kimse yok, periler yok, kuşlar yok. Bunlar senin suçun biliyorsun değil mi? Şimdi bana herşeyi anlat, en baştan, dosdoğru. Bu kez yalan olmasın" dedim ve ona doğru döndüm.
"Annenle olan yasak ilişkimizi senin doğumunla açıklamak zorunda kaldık. Babalarımız görüşüp, senin 3 yaşına kadar annenin yanında kalmanı uygun gördüler. Üç yılın sonunda tekrar görüşeceklerdi. Ama yapmadılar. Üç yıl geçmesine rağmen görüşmeyi reddettiler. Bizde büyük bir orduyla saldırdık. Babam ve diğerleri savaşırken ben annenin odasına girdim. Gördüğümse kalbine saplanmış bir hançerdi. Başında ise kahkahalar atan teyzen duruyordu. Marissa."
Kendimi tutamadım ve ağlamaya başladım. Herkes farklı bir şey söylüyordu. Kime inanacaktım?
"Marissa'ya gelince, o anneni hep kıskanırdı. Her yönüyle... Onu çekemezdi, amacı hep en başta olmak, hep en iyi olmaktı. Annen ne kadar iyiyse teyzen o kadar kötüydü. Her şeyini kıskandığı gibi benide kıskanıyordu. Marissa bana aşıktı. Ve benim bunu bile bile anneni seçmemi, onu sevmemi kaldıramadı. Savaş annenden kurtulmak için en iyi yöntemdi. Kimse onun yaptığını bilmeyecekti." dedi ve oda ağlamaya başladı.
Kalkıp ona sarıldım. Ona inanıyordum. Bana doğruyu söylüyordu. Biraz yalnız kalmam için çıktı. Biraz sonra içeri Dave girdi. "Bu gün tüm gerçekleri öğreniyorsun. Benimde sana söylemek istediğim bazı şeyler var." dedi ve yanıma oturdu.
"Babam annemin hamile olduğunu öğrenince onu terk etmiş. Gidecek başka yeri olmayan annemse buraya, Hermosa'ya sığınmış ve burada yaşayan tek insanlar olarak yaşamaya devam etmişiz. Burada kaldığımız süre içersinde Rosella, yani annen bizimle hep ilgilendi. Annem öldüğünde ise beni yanına yani şatoya aldırdı. Bana annemin yokluğunu asla hissttirmedi. O, merhametli, sevgi dolu ve iyi yürekliydi. Sen doğduktan sonrada benimle ilgilenmeye devam etti. O, öldükten sonra Kral Hans beni yanına aldırdı. Rosella ölmeden önce benden bahsetmiş. Yani anlayacağın sen ve ben başından beri aynı ortamlarda aynı kişiler tarafından büyütüldük. Ben sarayın işçiler katında kalıyordum. Kral Hans beni her ne kadar koruyup kollasada benden korkuyordu. Sana gerçekleri anlatmamdan korkuyordu. Artık büyüdüğümü düşündüğüm zamanda saraydan ayrıldım zaten. Babamı bulmak istiyordum. Ama geri döndüm ve geri kalanını biliyorsun. Kral Hans'ın kapı nöbetçisi ve ajanı olarak devam ettim hayatıma."
Yeter, yeter artık. Daha fazla gerçek öğrenmek istemiyordum. Bu kadarı fazlaydı. Dave'in annem hakkında söylediklerinin etkisiyle tekrar ağlamaya başlladım. O da ağlıyordu ve bana sarıldı.
Biz uzun uzun sarılırken içeri Antonio girdi. Kendini belli etmek için öksürdü ve "Şey ben bir şeye ihtiyacın var mı diye soracaktım ama yok galiba dedi ve girdiği gibi çıktı.
Peşinden koştum. "Çok teşekkür ederim. Beni aşağıda bekleyebilir misin? Ufak bir işim var. Yanına perileri ve Daisy'yi de al lütfen diyerek yanından ayrıldım. O da şaşkın şaşkın aşağı indi. Ne yapacağım hakkında hiç bir fikri yoktu.
Dave'in yanına geri döndüm. O da bana şaşkın şaşkın bakıyordu. "Öğrenmek istediğim son bir şey var. Elena, o nasıl?" dedim ve bir cevap bekledim ama o daha çok anlamamış gibi bakıyordu. "O da kim?"
"Balo'da tanıştırmıştım sizi. Sarı elbiseli bir kızdı. Nasıl hatırlamazsın?" dedikten sonra "Ahh şimdi hatırladım. O kızı sarayda sadece bir kez gördüm. Ağlıyordu..." dedi umursamaz bir şekilde.
"Ağladığını gördün ve sebebini sormadın mı? Ufff Elena. Bak onu bir daha görürsen olanları anlat lütfen." dedim. Kafa salladı. Gitmeden önce ona sarıldım tekrar ve "Çok teşekkür ederim, her şey için." diyerek balkondan çıktım.
Tekrar dedemin odasındaydım. Babamıda buraya çağırmıştım. Kararımı açıklayacağımı analmışlardı. Yani ben kiminle yaşayacağım artık öyle değil mi?
"Ben kararımı verdim. İkinizide seçmiyorum. İkinizde bana yalan söylediniz. İkinizde bana hükmetmeye çalışıyorsunuz ve ben artık buna izin vermeyeceğim. Biraz yalnız kalmalıyım." diyerek odadan çıktım ve dosdoğru aşağı indim. Beni bekleyen Antonio'ya döndüm.
"Gidelim burdan"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HERMOSA Prensesin Büyüsü
Fantasy"Ben Luciana. Kısa süre öncesine kadar Samniatis Krallığının saraya hapsolmuş prensesiydim. Taa ki 18. yaş günümde bir büyücü olduğumu öğrenene kadar." Bu zamana kadar sıradan bir prenses olarak yaşayan Luciana, 18. yaş günü şerefine verilen baloda...