2 gün sonra
-Evine dön ne demek? Şaka mı yapıyorsun Antonio? Şu an beni yüz üstü bıraktığını farkında mısın?
-Kusura bakma prenses ama bana ayak bağı oluyorsun. Ben yalnız yaşamaya alışkınım ve peşimde bir kuyruk istemediğimden eminim.
-Ama, ama o iksiri bensiz bulamazsın unuttun mu? Bana ihtiyacın var senin.
-Ben o iksiri bir şekilde bulurum. Sen o güzel kafanı bunlarla yorma ve git.
-Peki, istenmediğim yerde duracak değilim. Sana iksiri aramada başarılar Antonio. Umarım bir daha görüşmeyiz.
Dedim ve Zencefil Köyü'nün sokaklarında yürümeye başladım. Antonio'yla konuşurken dolan gözlerimden şimdi sırayla yaşlar dökülüyordu. Nancy'nin evinden ayrılıp Relkilsret Odası'ndan bir deve yem olmadan geçmeyi başarmış ve Nancy'nin bahsettiği saraya ulaşmıştım. Çok şanslıydım ki bu saray Zencefil Köyü'ndeyken uzaklarda gördüğüm saraydı. İyi kalpli kral ve kraliçe beni 1 gün misafir ettikten sonra güvenli bir şekilde Diken Baba'nın yanına ulaştırmışlardı. Bu sayede Antonio ve diğerlerini (Daisy, Perry, Penelope ve Drago) de Zencefil Köyüne getirtmeyi başarmıştım. Marissa'nın şatosundan getirdiğimiz beyaz goncayı Diken Baba'ya verek görevi tamamlamış olduk. Ama sonrasında Antonio'nun sergilediği bu acayip tavırlarla sevincim kursağımda kaldı. Ben onu kurtarmıştım!!! Beni neden ayak bağı olarak görüyordu bilmiyorum ama bildiğim tek şey geri dönmek zorunda olduğumdu. Ya Hermosa'ya ya Samniatis'e...
Gözlerimden düşen yanaklarımdan aşağı süzülen yaşlar elbisemin yakasını sırılsıklam yapmıştı ve ben bu masalsı köyde yürümeye belki de son kez yürümeye devam ediyordum. Antonio ve beni daha önce misafir eden ve her geldiğimizde çeşitli ikramlarda bulunan çiftin fırınlarının önüne gelince duraksadım ve bir sandelye çekip oturdum. Bir süre sonra yanımdaki sandelyeninde çekilmesiyle yanıma oturan yaşlı fırıncının "Bir sorun mu var küçük hanım?" demesiyle gözyaşlarımı elimle silmeye koyuldum. Fırıncı benden cevap alamayınca "Anlatmak ister misin?" diye başka bir soru yöneltti. Hayır dercesine kafamı salladıktan sonra fırıncı yanımdan kalktı. Kısa süre sonra elinde bir fincan çayla geri geldi. Fincanı masama bırakıp gülümsedi ve ardından içeride ki müşterilerle ilgilenen eşinin yanına döndü. Esen soğuk rüzgarın etkisiyle kızaran parmaklarımı fincan yardımıyla ısıtıyor ve çayı yudumluyorken aynı zamanda bu olaya neden bu kadar içlendiğimi düşünüyordum. Biz Antonio'yla yol arkadaşıydık ve o yol arkadaşını yolda bırakmıştı. Terk edilmiş gibi hissetmemin nedeniydi bu..
Sıcak çayımı bitirdikten sonra dükkândan içeri girdim ve fırıncı çiftle vedalaşıp çıktım. Şimdi doğruca Diken Baba'nın yanına gidip onunla vedalaşacak ve beni geri göndermesini isteyecektim. Çay içerken nereye gideceğimi düşünmeyide ihmal etmemiştim. Gitmek istediğim yer saraydı, evim, doğup büyüdüğüm yer.. Her ne kadar babama benden geçmişimi sakladığı için sinirlensemde yinede babamdı o benim. Bunu beni düşünüğü için yaptığından emindim. Dedemin beni almasından korkuyordu ki bu konuda haksız sayılmazdı. Ben Luciana olmayı becerememiştim. Ama Prenses Luciana olmayı beceriyordum. Kendimi Samniatis'e ait hissediyordum. Ama bu tercih yapmak için yeterli bir sebep değildi. Her ne kadar kendimi saraya ait hissetsemde ben aynı zamanda bir büyücüydüm. Bu bana annemden miras kalan bir şeydi ve ben bu konuda kendimi geliştirmeliydim. Rosella'nın kızı Luciana olarak bunu yapmalıydım. Bu sebeple ben Hermosa'ya dönecek, büyücülük okuluna katılacak ve gelecek dönem Samniatis'e gidecektim. Hermosa'da geçireceğim bir dönem boyunca öğrenebileceğim kadar çok şey öğrenecek, Hermosa'nın büyüleyici dünyasının tadını çıkaracak ve sonra oraya sonsuza dek veda edip Samniatis'e dönecektim..
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
-Gitmek istediğinden emin misin kızım?
-Evet Diken Baba, Hermosa'ya geri dönmek istiyorum.
-Antonio'nun haberi var mı?
-Evet, biliyor.
-Kararın buysa elimden bir şey gelmez. Bu kapı seni Hermosa'ya çıkaracak. Umarım mutlu olursun iyi yürekli kızım.
-Teşekkür ederim, sizi gerçekten çok seviyorum. Sizi, bu kasabayı çok özleyeceğim.
Dedim ve ağlayarak sarıldım Diken Baba'ya.
-Daisy, Penelope, Perry, gidiyoruz.
Diyerek derin bir nefes aldım ve kapıdan dışarı çıktım. Burası Hermosa'da yürümeyi en sevdiğim çayırdı. Zencefil Köyü'ndeki soğuk hava burda yerini tatlı bir ilkbahar esintisine bırakıyordu. Otların üzerine uzandım ve muazzam çiçek kokusunun üzerime sinmesine izin verdim. Perry ve Daisy ait oldukları topraklara gelmenin sevincini yaşıyorken Penelope için durum farklıydı. O pek memnun görünmüyordu.
Daldığım tatlı uykudan beni uyandıran Sarah ve Nicholas oldu. Tiz çığlıklar atan Sarah boynuma sarıldı. Benden olanları anlatmamı istediler doğal olarak. Ama net bir şey söyleyemedim. Ağzımda geveledim bir kaç şey. Daha sonra yorgun olduğumu söyleyip şatonun yolunu tuttum. Hermosa ve Samniatis arasında çıkan savaştan sonra yıkılan şato yerli yerindeydi ve etrafta her şey normal görünüyordu. Beni görenler önce şaşırıp sonra selam veriyorlardı. Bunların bir kısmı benim gibi insan görünümünde bir kısmı ise daha önce görmediğim yaratık türündelerdi. Değişik gövdeleri, bacakları ve yüzleri vardı.
Aldığım derin nefesi yavaş yavaş verip şatonun kapısına yaklaştım ve beni gören muhafızların şaşkın bakışlar eşliğinde panikle yukarı fırlamalarına şahit oldum. İçeri girip girmemek konusunda tereddüt ettim. Çok geçmeden karşımda beliren şato çalışanı önümde diz çöktü ve "Merhamet Yüce Luciana, o ölüyor." dedi yalvarırcasına. Kolumdan tutup koyu ahşap rengi merdivenlerden yukarı sürükledi ve hışımla dedemin kapısını açtı. Yatağın dibine oturup tekrar kan çanağı gözleriyle bana döndü. "Bak!! Ölüyor o. Kurtar onu!"
"Bben ne yapabilirim??"
"Sen!! Senin yüzünden oldu. Hepsi senin suçun! Şimdi bedelini öde. Kurtar onu!!"
"Suçlu olan ben değilim, o. O beni kandırdı. Bana yalan söyledi. Ben ona hiç bir şey yapmadım. Bu hâlde olmasının sebebide ben değilim, yaşı." dedim ve bir hışımla çıktım odadan. Kendi odama geldim ve kapıyı sertçe çarptım. Bu kadının beni bu kadar eleştirmeye hakkı yoktu. Dedem için üzülmeme bile izin vermemişti.
Sinirlerim biraz olsun yatışınca günlerdir giydiğim elbiseyi çıkarmaya ve banyo yapmaya karar verdim. Bu beni biraz olsun rahatlattı. Banyo yapmayı bitirince dolaptaki elbiselerden birini aldım. Koyu mavi ve dümdüz bu elbiseyi giydikten sonra siyah cibinlikli büyük yatağa uzandım. Çaprazımda duran hareketli resime bakmamla sinir içerikli bir kahkaha atmam bir oldu.
Epeyce dinlendikten sonra dedemin odasına tekrar girdim. Gözleri kapalı bir şekilde yatıyordu, uyku halindeydi. O zaman bu sesler nerden geliyordu?
Bir süre daha sessizce etrafı dinledikten sonra delirdiğimi düşünmeye başladım. Evet, bir takım sesler duyuyor fakat kaynağını bulamıyordum.
Odadan çıkmaya karar verdiğim vakit, karşımda kıpraşan dolabı görmemle olduğum yerde kaldım...
Yazar Notu:
Uzun bir aradan sonra yeniden burdayım. Bu zamana kadar bölüm yazmayışımın nedeni, hem okul, sınavlar ve ödevler, hemde hikâyenin son bölümüne yorum yapılmamasından dolayı şevkimin kırılmasıydı. Ama tekrar yazmaya karar verdim. Bölüm bekleyen varmıydı bilmiyorum ama artık okuyucu sayısı gibi şeylere önem vermeden kendim istediğim için yazacağım. Okur ve yorum yaparsanız beni çook memnun edersiniz, kendinize iyi bakın :))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HERMOSA Prensesin Büyüsü
Fantasy"Ben Luciana. Kısa süre öncesine kadar Samniatis Krallığının saraya hapsolmuş prensesiydim. Taa ki 18. yaş günümde bir büyücü olduğumu öğrenene kadar." Bu zamana kadar sıradan bir prenses olarak yaşayan Luciana, 18. yaş günü şerefine verilen baloda...