Bir çıkış yolu arıyorduk saraydan ayrıldığımızdan beri. Gül bahçesinden çıktığımız kapı ormana açılmıştı. Tek yönlü ormanda yürümeye devam ederken yolumuz yeniden ürkütücü yaşlı kadın ve kulübesine çıktı. Tanrım hala kurumuş çiçekleri suluyordu!! Kulübeye gelmemizle Daisy'nin kucağıma atlaması bir oldu. Yaşlı kadınsa şaşkın bakışlarla bakıyordu.
"Nasıl geri döndünüz?" dedi korkunç sesiyle. Gerçekten bu olay fazla abartılmıştı. Saraya girmek o kadarda zor değildi. Neden bu kadar abartılıyordu?
Kadının sorusuna "Yürüyerek" diye alaycı bir cevap verdim ve sırıttım. Kadının sinirleneceğini düşünmüştüm ama aksine içten bir gülüşle yanıma geldi ve buruşmuş eliyle sırtıma vurarak "Aferin" dedi. Antonio'ya baktım, o da şaşkındı benim gibi.
Adının Barbara olduğunu söyleyen yaşlı kadın, tarladan kargaları kovarak bizim için tahta bir masaya yemek hazırlıyordu. Fazlasıyla şaşkın olmama rağmen sorgulamadan ona yardım ediyordum. Ejderhalar masanın biraz ilerisine nefesleriyle ateş yakarken küçük peride kurumuş çiçekleri canlandırıyordu. Antonio mu, o sadece etrafa bakınıyordu.
Kısa süre sonra sofraya oturduk. Önümüzdeki kaselerdeki çorbanın ne olduğunu anlamak için kaşıkla kurcalıyordum. Barbara "Ahh bu çorba büyük annemden öğrendiğim solucan çorbası." deyince Antonio ağzına aldığı yudumu yere tükürdü. Ardından kadın kahakaha atmaya başladı. "Şaka yapıyorum, bu sadece sebze çorbası. İçinde havuç ve kabak var." diyerek çorbasına döndü.
Yemek sırasında kadına "Kimsiniz, ne kadardır burada yaşıyorsunuz, neden yalnızsınız?" gibi sorular sordum fakat hiç birine cevap vermedi. Ondan hâlâ biraz ürküyordum, üstelemedim. Bir süre sonra "Dediğim gibi ben Barbara. Yıllar önce bu ormanda ailemle yaşardım. Bir at arabamız vardı. Babam her gün arabayla kasabaya iner ve para karşılığı şoförlük yapardı. Annemse kasabadaki bir dükkân için yemekler yapar, sabah babamla kasabaya gider ve yemekleri götürürdü. Bense evin işleriyle uğraşır, bahçemizdeki çiçekleri sulardım. Bir sabah annem ve babam kasabadayken o geldi, Marissa. Evimizi yıktı ve yerine kendi sarayını inşa etti. Ona bağırdım, karşı çıktım ve beni bu hale getirdi, yaşlandırdı. Tüm yalvarışlarıma rağmen büyüyü bozmadı. Marissa kimseyi sevmezdi. Bu yüzden ormanın girişlerini kapadı. Kasabaya gitmek için çok uğraştım ama ne kadar yürürsem yürüyeyim hep aynı noktaya vardım. Bu ormandan çıkış yok!! Zamanla bu gerçeğe alıştırdım kendimi ve bu ufak kulübeyi inşa ettim. Siz.. siz ne kadardır buradasınız? Daha önce burada yabanacılara pek rastlamadım." diye anlattı ağır ağır.
Ben "Onun ne kadar kötü biri olduğunu biliyorum. Benim annemi öldürdü. Büyüyü bozmanın bir yolu olmalı. Eğer bozamazsak, giderek yaşlanarak öleceksin. Bir şekikde bu büyüyü bozacağız. Sana söz veriyorum." dedikten sonra Barbara'nın kırışmış yüzünden bir damla yaş düştü ve sadece gülümsedi.
Ardından Antonio "Bize gelince; buraya bir geçit kapısından girdik. Bu sabah.. Fem adından bir iksiri arıyoruz ve bize söylendiği kadarıyla Marissa'nın bahçesinden beyaz bir gül almamız gerekiyormuş. Gülü aldık ama ne yazık ki nasıl çıkacağımızı bilmiyoruz. Ama öğreneceğiz." dedi kendinden emin bir şekilde.
Barbara "Burada istediğiniz kadar kalabilirsiniz. Hem yalnızlığımı biraz olsun bastırırım böylece. Saat geç oldu, aramaya yarın başlarsınız. Şimdi dinlenmenize bakın. Belki.. belki benim yapamadığımı siz yaparsınız.
Hava tamamen kararmıştı ve biz Penelope ve Drago'nun yaktığı ateşin başında oturuyorduk. Penelope benim mor renkli ejderham ve diğeri ise kırmızı olan.
Hiç keyfi yoktu Antonio'nun belli. Gözünü tek bir noktaya dikmiş bakıyordu. "Burdan asla çıkamayacağız." dedi umutsuzlukla.
"Hayır tabii ki de çıkacağız. Bir çıkış yolu her zaman vardır ve biz onu bulacağız." diyerek yardımcı olmak istedim. Buna ihtiyacı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HERMOSA Prensesin Büyüsü
Fantasy"Ben Luciana. Kısa süre öncesine kadar Samniatis Krallığının saraya hapsolmuş prensesiydim. Taa ki 18. yaş günümde bir büyücü olduğumu öğrenene kadar." Bu zamana kadar sıradan bir prenses olarak yaşayan Luciana, 18. yaş günü şerefine verilen baloda...