"Nasıl yani, nereye gidelim? Nereye gitmek istiyorsun ki? Ben anlamadım galiba."
"Anlayacak bir şey yok. Seninle gelmek istiyorum. Ben.. ben biraz özgürlük istiyorum. Artık burada kalamam. Bana söylenen onca yalan ve babama atılan iftiradan sonra burada kalmak bana yakışmaz. Ama saraya dönersemde esaretimin ikinci kısmını resmen başlatmış olurum ki bunu şiddetle istemiyorum."
Şaşırmışcasına bana bakmaya devam ederek "Emin misin? Yani yardım etmek istemene çok sevindim ama benim bir düzenim yok. Yani, bilirsin işte." dedi ve kafasını bir kaç kez kaşıdı.
"Evet, bunların hiç biri önemli değil. Senin biraz tereddütlü olduğunu fark ettim. Ne düşündüğünü biliyorum, benim hiç bir zorluğa gelemeyen, rahatına düşkün bir prenses olduğumu düşünüyorsun. Ama bu defa farklı." dedim ve onun beni izleyen kısık gözlerinin vereceği cevabı bekledim.
Bir süre sonra "Tamam, gidelim. Hemen... Yanına almak istediğin bir şey, görüşmek istediğin biri veya yapmak istediğin herhangi birşey varsa yap ve hemen gidelim." dedi.
Tek isteğim burdan bir an önce gitmekti. Burayı sevmiştim ama her an birine yakalanma korkusu sarmıştı içimi. Ama içimden bir ses buraya tekrar geleceğimi söylüyordu.
"Hayır, hemen gidebiliriz." dedim ve yürümeye başladık. Şatodan uzaklaşmalı ve tenha bir yer bulmalıydım. Ne diyorum ben! Ufak çaplı savaş nedeniyle her yer bomboştu zaten. Biz birlikte ilerlerken bir şeyin eksikliğini hisstttim ve arkamı döndüm. Dokuz minik peri kollarını bağlamış ve aynı hizzaya dizilmiş bana bakıyorlardı.
"Gelmek istemiyor musunuz?" dedim şaşkınca. Hepsi aynı anda kafalarını sallayıp bana bakmaya devam ettiler. "Üzgünüm, haklısınız. Siz buraya Hermosa'ya aitsiniz. Sizi evinizden koparamam. Merak etmeyin kızmadım." dedikten sonra hepsi birden yanıma uçup bana sarılmaya çalıştılar. Ardından arkalarını dönüp kanatlarını çırparak, peri tozlarını tüm elbiseme yaydılar. Böyle daha iyiydi.
Yanımda kalan periye baktım, içlerinden en küçüğü oydu ve benimle gelmeyi tercih etmişti. Ufacık suratıyla tatlı tatlı gülümseyip omzuma kondu. Ardından Antonio süpürgesini çıkardı ve bana baktı.
"Senin süpürgen nerede?" der gibi bakıyordu."İki günde uçmayı öğrenebileceğimi düşünmüyordun herhalde." deyip kollarımı göğsümde bağladım.
"Her yere tek bir süpürgeyle gitmek olmaz. Bize daha farklı bir şey lazım.... Tabii ya... Ejderhalar!" diyerek bağırdı. Başıma ne geleceğini merak ediyordum doğrusu.
"Çan kolyesinden bir ejderha isteyebilirsin. Hatta bir değil iki olsun." deyip sırıtmaya başladı. Boynumdaki kolyenin çanını sallayıp "Lütfen, bize iki ejderha gönderin Diken Baba" dedim ve yakınlardan gelen iki ejderhaya hayretle baktım. Bu kadar çabuk mu!!
Daha büyük ve ürkütücü bir şey bekliyordum. Bunlar hem küçük, hem sevimli, biri mor biri kırmızı iki ejderhaydı. Antonio'nun ardından mor renkli olan ejderhanın üzerine bindim. Daisy ve minik periyi ise bir sepetin içine koydum ve koluma astım. Artık gidebiliriz.
Ejderhalar yavaş yavaş kanat çırparak yükselmeye başladılar.
"Bakıyorum betin benzin atmış prenses" diyerek kahkahalar atmaya başladı Antonio. Bay Giz'in yanına ulaştığımızda suratı çok asıktı. Selam bile vermeden söze başladı;"Yeni göreviniz kolay görünsede bir hayli zor. Büyücü Marissa'nın sarayına gideceksiniz. Yakalanırsanız geri çıkamazsınız. Bir gül getirmelisiniz. Sarayın arka tarafındaki büyük bahçede yalnızca bir tane beyaz gül bulunur. Eğer saraydan büyü kullanmadan bir beyaz gülü Diken Baba'nın yanına getirebilirseniz başarırsınız. Büyü kullanırsanız Marissa sizi fark eder ve bu hiç iyi olmaz. Bu kapı sizi Marissa'nın sarayının biraz gerisine götürecek. Şans sizinle olsun....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HERMOSA Prensesin Büyüsü
Fantasy"Ben Luciana. Kısa süre öncesine kadar Samniatis Krallığının saraya hapsolmuş prensesiydim. Taa ki 18. yaş günümde bir büyücü olduğumu öğrenene kadar." Bu zamana kadar sıradan bir prenses olarak yaşayan Luciana, 18. yaş günü şerefine verilen baloda...